Eğer bencil-şizofren değilseniz, dünyadaki güzelliklerin hepsini ben yarattım diyebilir misiniz? Ancak ‘Bu güzelliklerde, benim de az ya da çok bir katkım vardır’ diyebilirsiniz. Bu sizin dünyaya sunduğunuz yaratıcı emeğinizin bir ifadesidir. Bulunduğunuz yerden ve zamandan, bütün yer ve zamanlarla kucaklaşarak, siz de dünyayı cennet kılmak, onun eşsiz dengesini korumak ve dünyayı daha yaşanılabilir görmek için emek ve çaba sarf edebilir ve faydalı birçok yenilik ve değişim yapabilirsiniz.
Evrende yaşayan 6 milyar insan için tek mutlak gerçeklik budur. Bu dünya gemisinde hep birlikteyiz ama ne yazık ki dümenimiz hala zorbaların elindedir. Dünyayı soğutan ve bir buz kalıbına dönüştürenler, insanları birbirlerine düşman edip insanlığı çirkinleştirenler, iktidar hırsıyla yanıp tutuşan vahşi egemenlerdir. Hepimiz varoluş bilinçlerimizin yettiği kadarıyla, bu buz kalıbına dönüşen dünyaya, alternatif hayatlarımızla birer taş atarız. Ne kadar çok insan bu buza taş atarsa, buzun çatlakları çoğalır ve sonunda insan sıcaklığının duyarlı dayanışmasıyla buz erimeye başlar. Dünyamız gene eskisi gibi ılık ve yaşanılası bir cennete dönüşür. Hayatlarımız ve geleceğimiz, iktidara ait değil bize ait olur. Böylece herkes bu özgürleşme rotasına kendince bir katkı sunmuş olur.
Cennet hedefine bizleri sabitleyen içsel pusulalarımızdır. Genel anlamda pusula, varılacak hedefi gösterir, mutlak doğruyu simgeler ve kendi durduğumuz yere göre bize yön verir. Herkesin hayattaki deneyim, birikim ve yetenekleri farklıdır ve herkesin durduğu yerden ufuk açıcı bir yönü, becerisi yine de vardır ve her insan, kendi pusulasıyla diğer insanların ortak cennet ufkuna doğru olumlu bir katkı sunabilir. İnsanların dar ya da geniş bir ufukları vardır ancak işin püf noktası, kimsenin kimseye kendi cennetinin ufkunu gösteren pusulasını dayatmaması ve herkesin bir diğerinin emeğine saygı gösterip ortaklaşmanın yolunu hep açık tutmasıdır. Çünkü bencilliğin tamamen uçup yittiği gerçek cennete, insanlar ve toplumlar arasında yardımlaşarak ortaklaşmanın ve paylaşarak eşitlenmenin mantık ve yeteneğini geliştirmek sayesinde ulaşılabilir.
Eline, beline, diline sahip olmak bir cennet pusulasıdır. Zalimin zulmüne boyun eğmemek, cennet ufkunu gösteren bir pusuladır. Saldırgan şiddete, doğanın katledilişine, açlığa, sefalete karşı çıkabilmek cennetin ufkuna bir bakıştır. İnsanlık onurunu koruyan tüm dirilişler ve direnişler veya bir kitap okumak ya da bir öykü yazmak birer pusuladır. Hiçbir insani duyarlılığın, bir diğerinden üstünlüğü yoktur. Hepsi de dünyayı cennete çevirmenin ve eşitçe bölüşüp, kardeşçe yaşamanın yolunu döşerler. Yol birdir ve son tahlilde hepsi bir yola çıkmaktadır. Ufkumuzu karartanlara ve pusulalarımızı kendilerine göre sabitlemek, mutlaklaştırmak isteyenlere karşı, çok daha fazla insanın bir ufku olması hepimizi güçlendirir, mutlandırır.
Cehennemi, topyekûn zorunlu bir yok oluş ve acı bir tükeniş olarak görsek de cennet; seçilmişlerin, geleceğin yalansız ve ayrımsız dünyasına, her zaman yeni bir başlangıç ve diriliş umudu taşımasıdır çoğumuz için.
İnsanlığın ‘cennetten kovuluşu’ ve acılarının ilk başlangıcı, aslının yerine taklidini kullanmayla ve doğrudan temsil edilme yerine dolaylı temsil edilmeyle başladı. Her şeyin aslı gözden düştü ve taklidi ön plana çıktı. Sembollerden oluşan bu kültür; dil, sanat ve sayılarla başladı ama esas olarak insanı; yaşadığı an’ın içinden, şimdiki zamandan ve kendisini özgürce gerçekleştirebilmesinden giderek uzaklaştırdı. Hep geçmişte yaşayan ya da umut ve hayallerini, gelecekte bir yerlerde yaşamaya erteleyen, ömürleri/zamanları fasit bir daire içinde tükenen, makineleşmiş ya da makine bağımlısı haline gelmiş insanlardan oluşan toplumlar oluştu. İnsanların, gerçekliğe duygusal anlamda eğilebilmelerini sağlayan merhamet ve şefkat duyguları törpülendi ve sahteleşti. Dildeki iletişim gücü, giderek o derin mistik sezgiselliğini yitirdi ve sadece kaskatı nesnellikle sınırlandırılıp mutlaklaştırıldı.
Sonsuz derecede daha zengin olan gerçekliği sınırlayan sanat, kültür ve sayılar, ilgilerimizin sonsuzluğunu sınırlayan bir aynılık, bir tekrar pratiği oluşturdu. İnsanın kendi cehennemini yaratması böyle başladı. Kaybettiği özgürlük cennetini arayışı ise hala sürüyor.
Cennet, cehennem ve Araf kavramları kadim çağlardan beri toplumların hafızalarına kazınan ve en derin kökleri olan soyutlamaların başında gelir. İnsanın varoluş bilincine ve bilinçaltına kazınan cehennem azabı ve korkusu, cennetin uysallığı ve rehaveti ile karşı karşıya getirilir. İnsan bilinci adeta kalıplaşmaya maruz bırakılır, şablonlarla düşünmeye mahkûm edilir. Bu ikili kavram kalıpları aşılmalı ve ikili kavramların sahteliği, muğlâklığı yok edilerek, bu kavramların da diğer kavramlar gibi köleleşmeye değil, özgürleşmeye hizmet edecek bir içerikle donatılıp, berraklaştırılması sağlanmalıdır
İnsanlığın, zihinsel zaaflarını besleyen ikili zıtlıklar temelinde çözümlemeler üretmek yerine, doğadaki farklılıkları her zaman canlı tutan çoklu bağlantı ağlarının bilince çıkarılması, insanın doğallaşmasını ve toplumsal özgürlüğü besleyecektir. Otoriter hiyerarşinin ve siyasal zorun, bütün ihtişam ve kudretini, toplumun üzerinde bir baskı ve rıza aracı olarak hissettirebilmesinde oldukça önemli olan simge ve ayinler, bu ikili kavramlarla, benzetim ve öykünmelerle, maddi-fiili bir güç halini alırlar.
İktidar güçleri tarafından bu tarz ikili karşıtlıklarla düşünme eğilimi hiyerarşiyi besleyen bir alışkanlık haline getirildikçe, hayatın olasılıklarla rengârenk olan çoğulluğu göz ardı edilir ve sonuç olarak farklılıkların birlikteliğinin yarattığı o sonsuz zenginlik giderek unutulur.
Statü üreten ve statükoyu koruyan, dogma ve hurafelerle bezenen iktidarcı bir mantığın hizmetindeki, cennet ve cehennem ikiliği; yargılayan ve yöneten zora dayalı hiyerarşinin kök salmasına hizmet eden iktidarlarla, iktidara karşı gelişen direnişlerin tarihinde, toplumsal bilinçleri, yanılsamalarla körelten en önemli girdap ve burgaçları oluşturur.
Cehenneme kar yağmasıyla kavurucu cehennemin giderek serinlemesi ya da tekdüze olan cennette yangın çıkmasıyla, cennetteki ‘uyuşuk nizamın’ dağılıp ürkütücü bir kargaşanın başlaması, sabit fikirli ve kesin inançlı insanlar için, hayal edilmesi bile olanaksız olan şeylerdir, aslında onların duygularını besleyen hayalleri tamamen dondurulmuştur.
Kesin çizgilerle tanımlanan bu ikili zıt kavramlar, güzelim insan yaşamlarını, kalıplara-şablonlara dökmek için kurnazca ve sinsice kurgulanan üst anlatıların, önemli temel parçalarını oluştururlar. Bu yapı kurucu üst-anlatılar, insanlığın toplumsal belleğinde; birbirleri ile asla uyuşturulmayan, uzlaştırılmayan ve tamamen farklı içeriklerle kodlanan sevap ülkesi cennetle, günah ülkesi cehennem arasında aşılmaz duvarlar inşa ederler. İnsanların arasına fitne ve nifak tohumları ekerler. Somut olan bu dünyada, özgürlüğün sınırlarını sürekli olarak zorlayan ve başkaldıranlar sözde yine cehennemde, bencilleşip tekleşen ve boyun eğip sözde teslim olanlarsa ‘bir armağan’ olarak, cennette yaşamaya devam edecekler denilir.
Günümüzde tüm kavramlar gibi cennetin tanımı da evrimleşmiştir. Küreselleşen zorba otorite, insanlığı; aylaklığa, uyuşukluğa, umursamazlığa ve çıplak bir bencilliğe çekerek tekdüze cennetini dünyada kurmaya, korumaya çalışmaktadır. Ezenlerin ve küresel zalimlerin mahkûm edilebileceği cehennem ise belleklerden silinmeye çalışılmakta, ezilenlerin cehennem ile kuşatılmasına ise aralıksız devam edilmektedir.
Kutsal kitaplarda insanlara vaat edilen cennet itikada, inanca bağlı olarak ahir dünyada gerçekleşen bir olgu olduğu kadar, bu dünyada gerçekleştirilebilecek bir olgu olarak da kavranabilmiştir. Bâtıni-Alevi kültür ve inancı bu eksendedir. Beklenen ve özlenen cennet toplumu, ideal bir toplumdur. Evrensel adalet ve barış yurdunun, vicdan ve bilinç ufkunda tasarlanmasına tekabül eder. Gelecekte kurulacak olan Barış ve Hakikat toplumu da bu dünyada kurulacak olan bir cennet toplumu sayılabilir.
Aslında bütün dinsel inançların cennet tutkusu, köleliğin, zora dayalı bağların, zorba dünyevi iktidarların, nefret ve kinin lağvedildiği, sadece somut gerçekliklerin hâkim ve söz sahibi olduğu bir dünya için, büyük bir devrimci maneviyat ve ahlak hareketinin gücüyle, zalimliklerle kaynayan bu dünyayı adaletle sükûna erdirmek tutkusudur.
Öyleyse cennet ve cehennem ikiliğinin, tüm düşmanlık üreten kavramsal ikiliklerle birlikte anlamsız kalacağı ve gerçek bir cennet sayabileceğimiz, zorla çalıştırma ve zora dayalı bağların yok olduğu bir doğallık, nihai hedefimiz olmalıdır. Herkesin herkesle kaynaşıp ayrımcılık ve ötekileştirmenin tamamen yok olacağı, farklılıkların bir zenginlik ve doğallık olarak görüleceği, efendisiz ve kölesiz bir yaşam, özgürleşmek için yürüdüğümüz yolun son aşamasıdır. Mutluluk ve erdemin sırları, yaşamımızı ve yaşam alanlarımızı, yaşanılan bu dünyada hemen şimdiden yani hiç geciktirmeden, adaletli bir cennetin güzellik ve duruluğuna yaklaştırabilmemizle ve özgürlük alanlarını tüm insanlığa alabildiğince kardeşçe açabilmemizle çözülecektir.
İyilikler, nasılsa cennette mükâfatlandırılacak, kötülükler de mutlaka cehennemde cezalandırılacak diyerek ötelenecek, ertelenecek konular değildir. Bu ayrımlar, insana tanınan basit bir seçme olanağı, hak ve güç kazanmak da değildir. Hayatı kavrayış ve hayata ilişkin bir duruş anlamına gelen bu konular, insanın özüne ve sözüne sadık kalıp kalmadığının sınanmasıdır. Çünkü iyilikle, can vermek ve insanlaşmak, kötülükle ise şeytanlaşıp, firavunlaşmak ve can yakmak söz konusu olmaktadır. Bu nedenle ne iyiliğin zerresi, ne de kötülüğün zerresi değersiz ve yok sayılmaz.
Her kelimeden, her bakıştan, her dokunuştan, her eylemden sorumlu tutulan insan, hesabını bu dünyada da verme cesaretine sahip çıkarak insanlığın onurunu yükseltebilir ya da alçalarak, kendi kozasında esir kalabilir. Sadece cahiller, gafiller, korkaklar ve şeytanın işbirlikçileri, zaafların ardına saklanarak hesabın öteleneceği vaadiyle avunurlar. Bu dünyadaki eylemlerinin sonuçlarından ve gerçeklerden kaçmak Hakk’ın adaletinden kaçmak demektir…
AdilMedya