Baklava ye! Borç ödenemeyecek rakamlara ulaşınca kaygılanmanın bir faydası olmaz. Bu durumda vücudun savunma mekanizması devreye girer ve “Boş ver! Hiçbir şey hayatından değerli değildir.” der.
Erdoğan, “Ne olacaksa olsun! Ya batarız, ya çıkarız.” tavrıyla sanki bu durumu hatırlatıyor. Düşmanlarının sayısını artırıyor ve müttefiklerini karşısına alıyor. Bu kadar düşmanın ortasından çıkabilir mi acaba?
Dünkü ateşli destekçileri bu gün Erdoğan’ı ince ince uyarıyor: Deniz Ülke Arıboğan, Sedat Laçiner ve diğer genç siyaset hocalarının TRT de izlediğim programında Laçiner, “Her zaman ilkeli davranmak yetmiyor, şartları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.” kabilinden dokundurmalar yapıyor. Yine siyasi bir hesap içinde olmayacağına inandığım Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, Türkiye’nin içine düştüğü son durum nedeniyle uluslararası toplantılarda sıkıştırıldığını söylüyor; ancak Tayyip Erdoğan freni boşalmış kamyon gibi doludizgin koşuyor ve önüne çıkan yargıyı da, emniyeti de ezip geçiyor.
Erdoğan dışarıdan yapılan bu uyarılara kulak verecek mi bilinmez. İçerde ise “Acı söyleyen” dostlarını küstürdü. Ertuğrul Günay dürüstlüğüne inandığım, zor zamanda düzgün tepkiler verebilen nadir siyasetçilerden biridir. “Suçüstü rüşvete” ilişkin partililerin açıklamalarını inandırıcı bulmadığını söyleyerek ve izahlar için “Aklı zorluyor.” diyerek ayrılmak zorunda kaldı.
Erdoğan’ın, “Milletin cebinden çıkan bir şey var mı?” mealindeki açıklamaları da dikkate alındığında, paraların kaynağına ilişkin belirsizlik kısmen aydınlandı: Hükümet kabul eder göründüğü ambargo kararına rağmen İran’la ticaret yapmaya devam ediyor. İran nefes alırken, Türkiye para kazanıyor; riski üstlenen yetkililer de, rivayete göre, binde beş komisyon alıyor. Belki de ödemeler, “Çorba parası” benzeri bir gerekçeyle, “Alın bu paralarla imam hatip yaparsınız!” denilerek ödeniyor. Yani bal tutan parmağını yalıyor. Bence mahzuru yok. Zira ben kanun ve kurallara inanmam. Biraz inancım kalmışsa bile, Feriköy’de ara sokaklarda adım adım ilerleyen trafikte emniyet kemerini takmadığım için yediğim cezadan sonra, hepsi uçtu gitti!
Rüşvet skandalının, yargının kanayan vicdanının sesi yüzünden patladığını da sanmıyorum. Yargının böyle bir hamiyeti olsaydı, siyasi cinayetleri çözmeye çalışırdı. Anadolu delikanlısı şehit olalı beş yıl oldu. Üstelik ortaya yeni deliller çıktı. Adaletin vicdanı hiç kanadı mı, savcıların uykuları hiç kaçtı mı?
Anlaşılıyor ki gizli ticaretten rahatsız olanlar, kanunları kullanarak ve mükemmel bir zamanlamayla ölümcül darbeyi indirdiler. İçerdeki müttefikler Erdoğan’a iyi bir ders verirken, dışarıdaki güçlerin hesabı ise başkaydı.
Keşke Türkiye, İran’a ambargo sıkılaştırıldığı zaman itiraz etseydi. O zaman hem haklı olur, hem de millet hükümetin arkasında dururdu. Keşke Erdoğan, ta o zaman, “Komşularımla yaptığım ticareti Amerika’ya soracak değilim!” deseydi. Rahmetli Erbakan bunu yapmıştı. “Amerika İran’dan gaz almamıza karşı!” diyen gazeteciye, kararlılığını unutulmaz bir ifadeyle şöyle dile getirmişti: “Amerika bir devlet, biz iki devletiz; iki birden büyüktür.”
Şayet olay böyleyse, ambargoya uyma sözü veren Erdoğan zaman kazanmış; ancak şimdi çok daha zor bir duruma düşmüştür. Şu anda sakinleştirici adımlar atmak gerekiyor; ancak Erdoğan tam tersi adımlar atıyor, ortalık karışıkken muhaliflere mühimmat gönderiyor.
Suriye’de hala nasıl bir sonuç alacağını hesaplıyor acaba? Erdoğan bu tavrıyla, İslamcıların kırk yıllık siyasi birikimini hesapsızca riske atıyor.
Eğer iddia edildiği gibi Erdoğan uluslar arası sistemi karşısına almış ve bu gidişiyle bir sonuç alacağını düşünüyorsa, “Esaretle geçen yıllarımıza yazık olmuş, Amerika gerçekten de hiçbir halt edemiyormuş.” diyeceğim.
Bu kadar kolay olacağını hiç sanmıyorum. Bu, Saddam efelenmesidir ve korkarım sonuç hüsrandır.