Geçenlerde bir doğum gününe davetliydim. İstanbul’un ta bir ucunda Esenyurt’ta bir eve… Şirin bir odada bir grup gençle karşılaştım. Yaş ortalamaları 20-21 idi. Evin sahibi arkadaşımız hariç evdeki tüm gençler çok ağır şartlarda çalışan Tekstil köleleri idi. “Doğum günü bahane bir araya gelmek şahane” hesabı konu: “eee hayat nasıl gidiyor?” diye sormamla açıldı.
-“Biz yaşıyor muyuz sanki be abi?” dedi kız. Onu abisi onayladı. Ablası oradan başını eğdi. Onun eşi “Ya ne yaşaması” gibilerinden alaylı ve umarsız omuz silkti. Hepsinin yüzünden düşen bin parça idi. Hepsi yorgun. Hayattan nefret etmiş yüzler. Korkunç bir kasvetin içindeydim. Diğer arkadaşları da durumu onayladı. X bir tekstil atölyesinde hafta sonları da dahil olmak üzere 500 ile 700 tl’ye günde 12-14 saat çalışan gençler…
6 YIL ÇALIŞTIKTAN SONRA YAPILDI SİGORTAM. O DA MALİYEDEN GELEN DENETÇİ KORKUSUNDAN!
“-Ben 12 yaşımdan beri çalışıyorum abi” diyen kız, Tekstil sektöründeki ortacılardan, paketleme şefliğine kadar aslında nasıl bir cehennemin içinden geçtiğini, yaşının üç katı yıpranmışlığı ile anlatırken; zar zor izin alabildikleri o tek günde de arkadaşlarını toplayarak doğum günü kutlamak istemişti evinde.
Tek tek hal hatırlarını sormaya başladım. Sordukça tanışma sohbeti öfkeli bir ümitsizliğin isyanına bıraktı kendisini…
Patronları onca yıldan sonra kendilerini yemeğe davet etmiş. Aslında iyi bir adammış ama iyiliği kırk yılda bir tutuyormuş. Kendisinin şahsi kazancı milyaları bulurken, atölyedeki en eski elemanlar en yüksek 750 ytl ücret alabiliyormuş. 6 yıl çalıştıktan sonra 2-3 aydır yeni yatıyormuş sigortası.
Diğer arkadaşı itiraz ediyor:
–“Bu nasıl iyiliktir” diyor. “Bir yemeğe götürdü diye iyilik mi olur? Yapma Allah’ını seversen!”
Adam iyi mi değil mi ölçmeye çalışıyorlar.
-“Aslında yemeğe götürerek sizi daha çok sömürecek” diyor diğeri. Beriki “sanmam” diyor.
TEKSTİL KADAR BERBAT, TEKSTİL KADAR AHLAKSIZ, TEKSTİL KADAR SÖMÜRÜ BAŞKA YER YOKTUR!
Konu: İsmek’lere geliyor. İstanbul Meslek Edindirme Kurslarına yani…
“Tekstil kadar berbat, tekstil kadar ahlaksız, tekstil kadar sömürücü başka bir sektör yoktur” diyen diğer genç, başka bir iş aramak için işi bırakacağını söylüyor.
-“Ne iş yapacaksın” diyorum.
-“Bilmiyorum abi” diyor.
-“İsmek’te kurslar var. Onlara yazılayım diye düşünüyorum ama işi bırakıp kursa gidemem. Babam hayatta izin vermez. İş yeri akşam 10’lara kadar tutuyor. Kursa gidecek vakit kalmıyor. Haftasonları da çalışıyorum. Oysa bir kuaförlüğe gitsem”… diye yüzünde son umutla bana sorular soruyor.
Abisi karşı koltukta kuaförlüğün o kadar kolay olmadığını, 3 ay eğitim almakla öyle kuaför olunamayacağını söyleyerek “sen vaz geç bu hayallerden” demeye getiriyor. Kız gene bana bakıyor. Devam ediyor.
-“Bir kızla tanıştım abi. 3 ay eğitim almış. Sonra gitmiş abisiyle bir dükkan açmış. Abisi erkek kuaförü kendisi bayan kuaförü. Dükkanı ikiye bölmüşler. Çok da iyi kazanıyorlarmış. Allah İsmek’lerden razı olsun” diyordu. “Benim hayatım değişti” diyordu. “Biz de yapamaz mıyız sanki?” diye soruyordu… Bir kurbanlık koyunun bakışlarındaki yalvarış ne ise bu kızın gözlerinde aynen öyleydi…
İsmek’ler bir fırsat kapısına dönüşmüş bu mahallelerde. Sanki İsmek sihirli değneği şöyle kendilerine de bir dokunsa hayat değişir belki diye hani…
Çok şey de istemediğini vurguluyor bir de… Sanki ne isteyebilecekse?…
-“Sadece adam gibi yaşamak istiyorum abi” diyor. “Günde 14 saat çalışmaktan bıktım!”
Vaktim sınırlı. Kalkmam gerekiyor.
Dayanışma içinde olmamız gerektiğini,
ezilenler olarak birbirimizi ezmememiz gerektiğini…
Ortak İnfak Fonları kurup birbirimizi olabildiğince kurda kuşa yem etmeme çabasında olmamız gerektiğinİ…
“En önemlisi ise Sigarayı bırakmamız gerektiğinden bahsederek, sadece sigaraya verdiğimiz paraları birleştirerek arınmaya ve direnmeye buradan başlayabiliriz” diyerek konuyu bağlayayım istiyorum: Ta ciğerimden söyleyebildiğim şey: “Umudunuzu kaybetmeyin” oluyor.
PATRONUN SERMAYESİ VARSA MAZLUMUN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ VE ÖFKESİ VAR
Patronun asgari ücreti ve “dışarıda çalışacak adam çok,işine gelmiyorsa gidersin” kurnazlığı varsa Mazlum’un grevi, isyanı, iş yerini ateşe vermesi, makinaları paramparça edecek çekici, arabasını benzin döküp yakacak çakmağı var. Öfkesi var: Allah’ı var.
Allah demek ise Ekmek demektir. Emek demektir. Ana dilimiz demektir. Direniş demektir. Sabır demektir. Haya demektir. Devrimci bir Ahlak demektir. Kardeşinle paylaşmak, yoldaşınla omuz omuza vermek demektir.
Şeytanın alkol’den, toto loto’dan, kumardan ve kaderci arabeskten damarlarımıza girmesine izin vermememiz demektir.
Öyle ise Allah biz ezilenleri cennetle müjdeliyor:
“Çok uzakta öyle bir cennet var. O yerlerde mutluluk var. Paylaşılmaya hazır bir hayat var” diyerek kalkıyorum yanlarından.
Evin annesine veda etmek için “Öpeyim annecim” diyorum, eline uzanıyorum. Zayıf Türkçesiyle teşekkür ediyor. “Abdestim bozulmasın” diyor. Mahcup, selam verip çıkıyorum. O beni Kürtçe uğurluyor kapıdan…
Sokaklarda sol örgütlerin sloganları var. “Yaşasın Devrim”, “Emekçiler Birleşin”, “Film izleme günleri-Halk Günleri”, “Bıji Serhıldan”, “Serok Apo” ve daha nicesi…
Korkunç bir yozlaşma göze çarpıyor. Kolları jiletli, atarlı bakışlarla etrafı kesen çocuk işçiler… Kimisi evine dönüyor, kimisi takıldığı mekana… Ellerde muhakkak sigara…Arabesk-Rap müzik sesleri geliyor kulağıma yolda yürürken…
Yanımdan bir araba geçiyor: İçindeki müzik sesi sokağı sarıyor.
Bakışların bir ok sanki
Keder senin gözlerinde
Hançer gibi yaralıyor
Bir mana var sözlerinde
…
Biz seninle aşk ararken
Dağlar kadar derdi bulduk
Ne bir başka aşk isterim
Ne de başka bir mutluluk
…
Gülmek bizim hakkımızdı
Bu dünyada yaşıyorsak
Neden ayrı kaldık bilmem
Ölesiye seviyorsak
…
Ümit ettik hayal oldu
İki gençlik ziyan oldu
Ne yaptıkta felek vurdu
Bilmem neden böyle oldu
(…) şarkı sözleri böyle devam ediyor.
BİZ SENİNLE AŞK ARARKEN DAĞLAR KADAR DERDİ BULDUK…
“Biz seninle aşk ararken dağlar kadar derdi bulduk/ Gülmek bizim hakkımızdı bu dünyada yaşıyorsak” sözleri kulaklarımı tırmaladı…Müslüm Baba’nın bu cümleleri bu mahallelerde hem ezilmenin kaderini içselleştiriyor hem de şarkısını dudaklara sakız ediyor. Peki bu şarkıyı nasıl okumalı? Diye düşünüyorum kendi kendime:
Biz seninle aşk ararken:
Dağlar kadar Kredi kartı köleliği
Dağlar kadar Hantal-Bürokrasi…
Dağlar kadar Polis…
Dağlar kadar Varoş…
Dağlar kadar Yabancılaşma…
Dağlar kadar Göç…
Dağlar kadar İşsizlik…
Dağlar kadar Faşizm
Dağlar kadar Magazin
Dağlar kadar Faiz- sömürü bulduk; şeklinde dökülüyor dilimden.
Ardından zihnime Şafak Türküsü şiirinin yazarı: Nevzat Çelik’in sözleri geliyor:
“Çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
Türkiye’de Kürt olacağız
Kürtlerde Ermeni
Ermenilerde Süryani
gidip Almanya’da Türk olacağız
Hollanda’da Surinamlı
Fransa’da Cezayirli
İran’da Azeri
Amerika’da zifiri Zenci olacağız
çoğalan Zencide mutlaka Kızılderili
İsrail’de Filistinli..
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı.”
Şimdi o, özelde tekstilci Patronlara genel de embesil burjuvaya ve onların oy verdiği Partilere ve onların saygıyla el pençe karşılarında durdukları Hocaefendilere Tevhid’in Peygamberler dilindeki o ezeli ve ebedi haykırışıyla sormamız gerekiyor:
Bu Kız Çocukları hangi Suçlarından Ötürü 14 Saat Çalıştırılıyorlar?
Bu gencecik çocuklar hangi suçlarından ötürü extacy,tiner,darmen,ot,vs, envai çeşit esrarın ve madde bağımlılığın kucağına itiliyorlar?
Bu babalar hangi suçundan ötürü evine ekmek götüremiyor?
Bu analar hangi suçundan ötürü eğitimsiz ve zorbalığın pençesinde analık ve kadınlık onurları paramparça?
Bu delikanlılar hangi suçundan ötürü militarizmin ve silahların gölgesinde ölüyor ve öldürülüyorlar?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü “Lümpen(!) Proleterya?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü Çevik Kuvvet taşlıyor, cam çerçeve indiriyorlar?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü topraklarından sürgün edildiler, büyük kentlerin varoşlarına?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü anadilleri ellerinden alındı?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü Genetiği Değiştirilmiş Gıda’lara mahkum?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü Abdestli ve de Abdestsiz Kapitalizmin Pençesinde eriyorlar?
Bu insanlar hangi suçundan ötürü “Muavviyeleşen İdeolojilerin” , ” Liberalleşen Yezidliğin, ” Ulusalcı Laik Faşistlerin” zulümleri altında inim inim inliyorlar?
Bu insanlar hangi suçlarından ötürü Milli Öğütüm tezgahlarından geçerek sizlerin düzenine gönüllü köleler haline getiriliyorlar?
Bu soruları siz egemenlere , İktidar ve Sermaye sahiplerine sorarken elbette cevabını sizden beklemiyoruz:
Bu sorular bizedir ey Ezilenler!
Bizlerin, avuçlarını son bir defa, ağlamadan tutmak istediğimiz eşlerimiz var.
Bacılarımız var.
Dostlarımız var.
Kardeşlerimiz var.
Evlatlarımız var.
Ey 21.yüzyılın Mustaz’afları…
Egzozların, molozların, yağmaların kıyısından
Onca insafsızlıkların, onca haksızlıkların
Manzarasızlıkların, parasızlıkların
Allah’sızlıkların kıyısından
Kimseye ve hiçbirşeye değmeden
Ciğerlerimizi yok edercesine koşmamız gerekiyor
Nereye mi?
Allah’a… ve Dirilişe…
Ezenlerin lüks hayallerini ve konformist korkularını taşımayı bırakıp, kendi kafamızla, kendi yüreğimizle, kendi umudumuzla, kendi ekmeğimizle, canımızla, cananımızla koşacağız!
Ve sonra
Yarin gül yanağından gayrı her şeyi bölüştüğümüz Cennet kokulu sofralarımıza… Soğanımıza, Ayranımıza, Bazlamalarımıza…
Evlatlarımıza…
Evlerimize…
Kalbimize…
Şarkımıza…
İnsanlığımıza…