“‘İslam devleti’ talebi zaten sorunluydu. Öte yandan Türkiye sanıldığının aksine laik bir ülke değil. Her iki yaklaşımı da sorunlu buluyorum. Türkiye’de İslam devleti olmaz fakat laik devlet de olmaz, olmuyor. Türkiye’de din devletin güdümündedir. Bizantist din-devlet ilişkisi hüküm sürmektedir. Dinin ahkâmını dışlayıp, ritüllerini (namaz, hacc, oruc, bayram, cami, cenaze) devlet bünyesine almakla laik olunmuyor.” http://ihsaneliacik.wordpress.com/2010/06/18/soylesi-birikimhaber/ İhsan Eliaçık
Özellikle AKP’nin 2002’deki iktidarının başlangıcında ve tabii daha önceleri de, ve daha da özellikle, türbanın tartışıldığı günlerde, sıkça söylenen bir “palavra”[1] vardı: “Kişi laik olmaz, devlet laik olur.”
Bu “laf” ne k
Şu nedenle olmuyor: “Laik kelimesi Yunanca laos ismi ve laikos sıfatından gelir, Latincesi laicus’tur. Laos: halk, kalabalık, kitle demektir ve zıddı kleros’tur. Laikos: halka ait, ruhban olmayan demektir.”
Kişi eğer halktan biriyse “laik” olabilir de, Devletin ve kurumların da, kişilerden de oluşsa, kamusal bir işlevle tek bir “kişi” olmadığına göre (hukuksal ve ontolojik anlamıyla), bu toplumsal formasyon düzeyinde de, “laik” olmakta bir sorununun bulunmaması, akılsal ve mantıksal olarak, icab eder gibi görünüyor; ama zorlasanız da olmuyor.
Zaten, eğer, “laik” kelimesinin, (etimosembolizmasının semitik “la” ile ilgisi araştırılabilir; “la” olmayan yani “yok” demektir) “halk” ve “kişi” kelimeleri ile anlamsal, etimolojik ilişkisinin kurulmasıyla, demos-k-rasi ya da cumhur-i-yet ile aynı anlama geldiğinin, ayan beyan ortaya çıkmasıyla, bu güzel “lâf”, buhar olup, uçup gidiyor. Tüm din-ci ve laik-çilerin içine düştüğü tarih ve anlam dışılıkta olduğu gibi.
Özetleyelim: Laik, halk, seküler [=çağdaş, gündelik işleri yapan, ayrı, hizip; bur
Laiklik (laisite) olarak, Yahudilik ile Katolisizmi devlet içinden kovmak sonucunu vermiş olan “din ile devlet işlerini ayırmak” gibi, Dreyfus Davası’nın çözümü olarak ortaya çıkmış yapay ve modern bir Fransız kavramıdır; Fransız devrimi öncesinden başlanarak tartışılan bu kavram, olguya, 1905’de çıkartılan “Laiklik Yasası” diye yanlış adla anılan, aslen “Kiliselerin ve Devletin Ayrılması Hakkındaki Kanun” ile geçmiştir. Bu Fransız kanununun içinde laiklik kelimesi yoktur. Bu tür kavram eğriltmeleri egemenlerin ideolojik müdahalelerinde ve özellikle hukuk normu oluşturma işlemlerinde çok sık rastlanır. “Laik=Halk” olan kavram, “din ile devlet işlerini ayrımlaştırma” olgusuna egemen olanın işine geldiğinde bürünebilir.
İşte tam bu nokt
Biri Anglikan Kilisesi’nin devleti; diğeri de Yahudi Şeriatı’nın uygulandığı devlettir. Siz başka türlü görürsünüz ama her iki devlet de dinsel kelama (Protestan İncil’i ve Talmud) ve ilahi güçlere dayanır, meşruiyetini buralardan alır. İkisi de demokrasi değildir. İkisi de cumhuriyet değildir. Üstelik ikisi de demokrasi adını kendilerine lâyık görürler; onlara bakanlar da, daha da fazla onları demokratik addederler. Eğer “oy” ve “parlamento” ile demokrasiyi tanımlarsanız. Bur
Üstelik biri Cumhuriyet (İngiltere, belki “monarşik parlamenter cumhuriyet” denebilir ama) değildir; ötekisi (İsrail) tam bir parlamenter Cumhuriyettir, ama öyle midir? 2500 yıldır demokrasi diye çırpınıp durunlarımızın verecek cevabı zordur bu sorulara. Bu iki buçuk bin yılda, monarşiler ve her türlü oligarşiler, demokrasiyi yok ederek yaşayıp geldiğine göre!
İşte tam bu istisnaların kuralı bozmadığı ama en azından anlaşılmaz kıldığı durumda, laik’in kim ve ne olabileceği ile ilgili “idrakler” karmaşıklaşır.
Bu nedenle derslerimde, ben, laikliği anlatırken, 1200’lü yılların Hristiyanlığına, Magna Carta ve Akinolu Tomas’a (Thomas Aquinas) gitmeyi uygun bulurum. Kişi ve devlet birbiriyle, her türlü üretim tarzında bir bütün olmak zorunda olduğundan, yukarıdaki kavram kargaşasının, 1200’lü yallarında çözüldüğü gibi, laiklik meselesinin de, İslamiyet’te 1400’lü yılların (yani bugünün) teknolojik global modernitesi ile çözülebilir olduğundan söz ederim. Kısacası derslerimde şunu söylerim: Ne kişi, ne de devlet laik olur: Din laik olur. Din laik olunca, kişi de, devlet de laikleşir: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve
Kişinin “laik” olanı, “elit” olanı vardır. Bizde ise “elitlerin-yönetenlerin” “laik” olduğundan bahsedilir. Devletin “laik” olanı, olmayanı vardır. Din ise, laik, halkın dini olmaya başladığında, seçkinlerin (elitlerin) ve devletin boyunduruğundan kurtulur ve halkın vicdanına mâl olur. Din, artık ekonomi-politik olur. Aynı İngiltere’de ve İsrail’de olduğu gibi. [Bu durum da uzun bir tartışmayı celp ediyor.]
İşte bur
“Din ve devlet ayrılmaz bir bütündür ve toplum hayatının iki temel vazgeçilmezidir. Dinsiz bir toplum çürümeye ve çökmeye mahkumdur. Bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle kişilerin dini algılamaları ne k
Buraya k
“Eski Mısır, Roma, Yunan gibi medeniyetlerde din-devlet ilişkisi doğal olarak vardı; bugünkü Batı’da devlet anlayışı dine karşıttır. İslam dünyasında ise devleti, dinin doğurduğu tarihsel bir gerçektir. Osmanlı’da devletle din hiç çatışmaz. Laik, dünyanın hiçbir ülkesinde Türkiye’deki k
“Laik” kelimesinin ne olduğunu bilen bir şairdir Karakoç. Çok güzel!
Tarihsel yanlışlarla doğruların birbirine dolandığı Karakoç’un bu görüşleri, genel anlamda, Türk-İslam sentezciliğinin bilinen görüşlerinin çok güncel ve konumuz açısından, konunun önemli bir uzmanı tarafından dile getirilmesiyle birlikte, dilsel tarihten yoksunluğun da bir işaretidir. Ama önemli bir saptamadır.
“Kim laik olur” sorusuna verilen yanıtları özetlersem karşımıza üç tez çıkar:
“Kişi laik olmaz, devlet laik olur.” Klasik İslamcıların bir kısmı ve laikçilerin bir kısmı.
“Kişi laik olur, devlet laik olmaz.” Klasik İslamcıların diğer bir kısmı ve Sezai Karakoç.
“Kişi de, devlet de laik olmaz, din laik olur.” Veysel Batmaz.
Güncel bir örnek olarak bu konuda türban üzerine düşünmenin yararı vardır. Laiklik önermeleri içindeki “laik olunması” olgusunun ileri sürüldüğü kalkış noktaları konusunda geçmişe gitmenin, dile başvurmanın; laikçilik-dincilik kavgasının güncel anlamdaki simgesi olan “türban” olgusunda sergilenmesi, belki de örtünmenin ne türlü bir “bilinmeyen tarihinin-İslam öncesi geçmişinin” olduğunu idrak etmenin, tam zamanıdır. Konunun etimosembolizm uzmanı olan A. Ümit İriş’e göre, “ “Türban”, “baş bağlama”, “örtünme” konusu, arzu ve isteği, bu toplumda bitmez… Türkiye’yi ve toplumunu Los Angeles ya da Texas’ın, sermaye zengini, ya da İsveç’in sosyal ve ekonomik refah düzeyine de, Paris’in varolduğu varsayılan entellektüel kültür düzeyine de çıkarsanız da gene de bitmez…” [4]
Bu bağlamda, türban bağlamındaki sessel, dilsel, tarihsel arkeolojik orkestrasyon, bize bu üç hipotezin, hangisinin tarihsel olarak doğrulanabileceği hakkında “idrak” kazandıracaktır.
Bu kadim geçmişe dilsel ve kutsal yolculuk, 1939’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’ni her şeyde geç bıraktıran laikçi/dinci Türk-İslam sentezciliğinin de belki son bulacağı yer olacaktır.
Ne dersek diyelim, ne yazarsak, yazalım, görünürde bir ufuk yok: Laikçi-Dinci kavgasında sanırım yakın gelecekte çok fazla bir şey değişmeyecek! Ancak, biz “laik” ve “din” kavramlarının etimolojisinden ve başlangıç normlarından sapma göstermezsek; ortaya çıkışlarından hemen sonra yaşanan egemen ideolojik kırılmalarını ve deformasyonunu sınıfsal analiz ile ortaya çıkartılmasını engellemezsek, belki bir umut var. O zaman hukuk olarak laik olmanın din ile ilişkisini anlayabilir ve ona göre davranabiliriz. Belki de, türban veya örtünmenin hukukunu laik olarak yaratabiliriz. [5]
DİPNOTLAR
[1] Bur
[2] Laik, laic, laikus gibi kelimeler, Latince kök olan Lay’den geliyor. İngilizce’de de, “lay” sözü, “sır
[3] Zaman Gazetesi, 9 Mart 2008; Sezai Karakoç, ideoloji olarak Türk-İslam sentezciliğinden gelmekte, fakat “İkinci Yeni” adıyla anılan şiir akımının da önemli bir parçası olarak, konumu gereği Türkiye’deki “laik” kesimleri de çok iyi tanımaktadır.
[4] Bu konuda “gunesdilkuramı” elektronik posta grubundan A. Ümit İriş’in yayınlanmamış makalesinden çok yararlandım; herkesin yararlanması için bu makalenin yayınlanması gerekiyor: “Türban Meselesi ve Türbanın Evrimi: Bir ‘Puzzle’ Gibi Birleşerek Türkiye Toplumunun Gerçeklerinden Ortaya Çıkanlar”
[5] Çok laf var tedavülde, Türkiye’de. Tırmalıyıcı terennümlerde bulunanlardan biri de, kafası karışık Filolog profesör Murat Belge.
Belge’yi, retrospektif olarak okumak çok zevkli ve eğlendirici. Bakın ne diyor Belge 1992’de laiklik konusunda:
“Herhangi bir toplumda, ‘fundamantalist’ denilen türden bir dinî düzenle kurtuluş sağlanacağına inanan insanlar olabilir. Türkiye gibi bir tarih yaşamış bir toplumda bunu düşünen ve buna inanan kişiler haydi haydi olacaktır. ‘Laiklik elden gidiyor’ endişesini yaşadığımız bugünlerde [1992’lerde], sorun onların varlığı değil; sorun onların toplum ya da toplumun yeterince geniş bir kısmını kendi düşünce ve inanç tarzlarına ikna etmeleri ‘tehlikesi.’ Dolayısıyla sorun toplum. Asıl sorun toplum.” (Murat Belge, Türkiye Dünyanın Neresinde?, Birikim Yay., 3. Baskı, 1992, s: 97.)
Kafası karışık Belge’nin kafasının karışıklığını da kanıtlamam lazım, bana bön bön bakanlara, “ne diyor bu
“Laikliğin belirleyici parçası olduğu bu sistem, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sistemi, topluma bu sistem içinde insanca yaşadığına dair yeterli inancı verebilmiş olasaydı, böyle bir ‘tehlike’den söz ediyor olamazdık. Ama bu inanç verilmedi. Ağır bir şoven ideolojiden başka bir şey verilmedi. Bu şoven ideoloji kendisi zaten baştan aşağıya bağnazlıkla doluydu. Dinden özgürleşmiş düşünce, böylece, eleştirel ve yaratıcı insan düşüncesi olma imkânına kavuşur.Türkiye Cumhuriyeti devleti bizim düşüncemizi nerede özgürleştirdi?” (s: 97).
Okuyorsunuz değil mi, 7 satır önce sorun olan “toplum”un yerini, bu kez “sistem” ve “T.C. devleti” almış. Yani, “toplum” aslında, ya “sistem” ya da “devlet”le eşit. “Sorun” her üçü de mi? Üstelik bu laikliği, “sorun” olan “toplum”a, “sistem” ve “devlet” dayatmış, yani asıl sorun sistem veya devlet. Peki, hangisi? Sorun, toplum mu, sistem mi, devlet mi? Bu üç ayrı ve birbirine karşıt sosyolojik ve siyasal kavramı ve olguyu, Türkiye’nin ve dünyanın kadim sorunu olan laiklik’e teşhis koymak için bulamaç yapmak, sadece ve sadece Belge ve tilmizlerinin yeteneğidir. Belli ki Belge toplum dediği zaman sadece laikleri anlıyor; devlet dediği zaman sadece bir düğme ile kumanda edilen bir aygıt anlıyor, sistem dediği zaman da rejim anlıyor.
Belge farkında mıdır bilmiyoruz ama, o devletin ağır şovenlikle birlikte topluma zerk ettiği “bağnazlık” denilen şey, devlete 1939’dan bu yana egemen olan “Türk-İslam” sentezciliğinin, “İslam” tarafı olsa gerek. Yani, siyasal İslamın kendisi. Yani, Belge diyor ki, o Devlet, laikliği, bağnazlıkla birlikte zerkettiği şovenlikle topluma dayatmış. Yani, Belge’ye göre, sıkı durun, bu topluma laiklikliği, bağnaz ve fundamantalist (aslında siyasal İslamcı-Türk) bir devlet zerketmiş durumda. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değil, bu bir bulamaç. Bu bulamaç, Ali Bulaç’tan bile daha fazla “tehlikeli.” Belge ne demek istiyor sorusuna verilebilecek tek yanıt, “saçmalıyor” olabilir. Ancak iş bu k
Bakın şu cümlesini nasıl bulacaksınız, eğer dizgi hatası yoksa, bir harika şaikası:
“Türkiye’de laikliğe karşı olanlar ‘fundumantalist.’ Peki, birkaç istisnaî bireysel örneği saymazsak, bu ülkede ‘fundamantalist’ olmayan neleri gösterebiliriz? ‘Ladinî’ bir kişilikten dinî bir ayin tarzı türeten atavist Atatürkçüler mi ‘fundamantalist’ değil? Topluma içinde ‘korkutma’dan başka bir öge olmayan bir retorik söylemle hitap etmek dışında, insanca bir dil konuşmayan devlet mi ‘fundumantalist’ değil?” (s: 98)
Peki sorabilir miyiz Bay Belge’ye, kavramlarla dilediği bulamaçı yapma özgürlüğüne varana k
[Murat Belge’nin bir başka konudaki “kafa karışıklığı eleştirim” için Bkz: Veysel Batmaz, “Murat Belge’ye Reddiye: Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal ‘Yanılgılar’: Murat Belge ve Popüler Kültür Tanımsızlığı” Medya Popüler Kültürü Gizler, Karakutu Yay., 2006.]
Belge gibilerinin hem dincilere, hem de laikçilere karşı çıkıyor görünmesine de aldanmayın. Belge’nin mantıksal sonucu dincilerin, siyasal İslamcıların ve atavist Atatürkçü dediği laikçilerin ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramıyor. Kafa karışıklığı en fazla egemenin işine yarar. En azından 1992’dan beri bu, Belge’nin yazılı belgeleriyle ve Türkiye’nin adım adım, Türk-İslam sentezciliği direksiyonu ile laikçi karşıtlığın ve şovenizminin içine düşürüldüğü yerdeki güncel görünümü ile sabit.