Adilmedya.com/ Yağmur Korkmaz
Şengal dosyası için yaptığımız bu röportajda, gazeteci-yazar Fehim Işık’tan Şengal ve Ezîdiler özelinde Ortadoğu’da yaşanan güncel duruma dair değerlendirmelerini aldık.
6 Ağustos 2014’te yayınlanan yazınızda ‘Şengal’de beklenen oldu’ demiştiniz. IŞİD’in Şengal’e saldırmasına hazırlıksız yakalandıklarını söyleyen farklı kesimler olmuştu. Siz bu anlamda farklı bir şey söylemiştiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Ben o yazıyı yazmadan yaklaşık 1 ay önce, yani IŞİD’in Musul saldırısından hemen sonra 17-18 Haziran gibi Irak Kürdistan Bölgesi’ne gittim. Hem Şengal yöresindeki bazı Ezîdi köylerde, hem Kerkük bölgesinde, hem de Erbil ve Duhok’ta çeşitli görüşmeler yaptım. Bir şekilde bölgenin nabzını tutmaya çalıştım.
O dönem, IŞİD’in Musul’u ele geçirdikten sonra Telafer’e yönelmesinin Şengal’e giriş hazırlığı olduğunu; hem bölgedeki birçok siyasi gözlemci hem de özellikle Şengal’de yaşayan Ezîdiler açık ve net bir şekilde söylüyordu. Bunun temel nedenlerinden biri; Şengal’in aynı zamanda Rojava için bir geçiş noktası olmasıydı.
Rojava’da Kürtlere 1,5 yıla yakındır ciddi bir saldırıyla yönelen IŞİD’in Şengal yöresini es geçmeyeceğini tahmin ediyordum. Bunu daha önce de, Güney Kürdistan’dan döndüğümde yazdığım ilk yazıda söyledim. Özellikle Şengal üzerinde durdum. Şengal açısından ciddi ve riskli bir durum olduğunu, bölge halkının IŞİD’den bir Şengal saldırısı beklediğini anlattım. Ama ne yazık ki Güney Kürdistan Hükümeti buna, Kerkük’e gösterdiği kadar ehemmiyet göstermedi. Yani, bu konuda daha rahat davrandı.
Güney Kürdistan Hükümeti’nin de özellikle Şengal’e ya da Kürdistan’a dönük bir IŞİD saldırısının olabileceğine dair öngörüsü vardı. Ama bununla birlikte, bunu yapabilecek cesarete sahip olmadığını düşünüyordu. Yani, kısa vadede IŞİD’in böyle bir saldırıya yöneleceğini tahmin etmiyordu.
Benim bu yazımdan sonra, bizzat Güney Kürdistan Yönetimi Bölge Başkanı Mesud Barzani de aynı durumu ifade etti. Şengal’e dönük bir saldırının bu süreçte beklenmediğini, bölgede bulunan peşmerge komutanlarının siyasi sorunların bir kısmında zaaf gösterdiğini ve bu zaafları nedeniyle soruşturmaya alındıklarını söyledi. Burada esas sorun artık; Şengal’in IŞİD’in işgaline uğraması ve bu saldırı sonrasında ortaya çıkan tabloydu. Yani, beklenenin olduğunu söylemekten kastım IŞİD’i tanımaktan ve dolayısıyla IŞİD’in hangi hedeflerle nereye yöneleceğini bilmemdi.
”Saldırılardaki esas neden Şengal’in stratejik önemiydi.”
Sonuç itibariyle IŞİD; selefist, radikal, cihadcı bir hareket. Yani, Müslüman demeye bile dilim varmıyor onlara. Müslüman kavramının onlar için hiç de uygun bir kavram olmadığı inancındayım. Böylesi bir örgütün ”Müslüman olmayan, katledilmesi vacip olan, katli cennete gitmenin anahtarı olan” Ezidi halkına saldıracağını da bilmek gerekirdi. Ama esas neden, o bölgenin stratejik önemiydi. Şengal onlar için hem Güney Kürdistan’a, Erbil’e ve Duhok’a; hem de Rojava’ya, özellikle Cizir Kantonu’na ve Haseki’ye açılacak bir kapıydı. Bunları bütünsel olarak yapmaya dönük bir çaba içerisindeydiler. Ama benim inancıma göre bu aynı zamanda, onların hezimetinin de başlangıcıdır.
Aynı yazıda peşmergenin gereken önlemi almadığını ya da alamadığını dile getirmiştiniz. Ne olmalıydı? Bu tedbirsizlik neleri ortaya çıkardı?
Peşmerge aklımızda; 1919larda Irak Kürdistanı’nda şanlı bir direniş gösteren, 1961’de 30 yıl sürecek olan bir savaşın içerisine giren ve o savaştan alnının akıyla çıkan bir gerilla ordusu olarak şekilleniyor. Ama 1994-1995’ten sonra artık Irak Kürdistanı’nda, Güney Kürdistan’da peşmerge profesyonel bir ordu. Peşmergelerin büyük bir çoğunluğu profesyonel askerlik yapan insanlar.
1994-1995 doğumluları düşünelim, bugün 20 yaşındalar ve bir kısmı peşmergenin içerisindeler. Yani; hayatı boyunca sıcak bir çatışmanın içerisine girmemiş, sadece klasik askerî eğitimden geçmiş insanlar. Savaş deneyimleri yok. Önemli bir nokta daha var; bölgedeki yerel güçlerden oluşmayan, daha çok Erbil ve Duhok’tan gelerek Şengal’in korunmasına katılan deneyimsiz, genç peşmergelerin IŞİD’in yayınladığı videolarla yarattığı korku ortamında, bu psikolojiyle orada tutunamayacağını gören bir kısmı ne yazık ki geri çekildi. Yani bu bir zaaftı, bir eksiklikti ama her şeyin de sonu değildi.
Sonuç olarak; hükümet zaten o bölgeye yeterince peşmerge göndermemişti. Örneğin, IŞİD ilk günden itibaren Kerkük civarına yöneldi ve bu bölgede ciddi tedbirler aldılar, birçok bölgede çok ciddi sıcak çatışmalar da yaşandı. Ama Şengal yöresine deneyimli ve yetişkin peşmergeleri göndermediler.
Bir başka eksiklik; bu tür saldırılarda bölgeyi koruyacak güçler, bölgenin yerel halkıdır. Yani, Şengal’de eğer Ezîdiler bir şekilde silahlandırılmış olsaydı, IŞİD saldırısına karşı bölge halkının kendini koruyabileceği bir olanak onlara tanınmış olsaydı büyük olasılıkla Şengal’in alınması bu kadar kolay olmayacaktı. Bu konuda da Ezîdiler, Güney Kürdistan hükümetinden silahlanma talebinde bulundular.
Güney Kürdistan’da Şengal yöresi Saddam Hüseyin döneminde 12 büyük köyle toplanmıştı. Yani, mûcema dediğimiz köy toplulukları oluşturulmuştu ve her bir köy, nüfusu 12 ile 16 bin arasında değişen büyüklükteydi. Bu köyler eğer silahlandırılmış olsaydı, yerel güvenliği sağlayacak silahlar peşmerge bakanlığı tarafından verilmiş olsaydı IŞİD buraya bu kadar rahat giremeyecekti.
”Şengal işgalinde bölgede yaşayan Sünni Arapların etkisi de büyüktü.”
Bir başka eksiklik daha var ki bunu Barzani en son Duhok ziyaretinde açık bir şekilde söyledi. Bölgede onlarca yıl Ezîdilerle yan yana yaşayan Araplar IŞİD saldırılarıyla birlikte IŞİD’e ortak olup bölgenin talanına da katıldılar. Yani, Ezîdilerin de çok kez dillendirdiği bir şeydi bu; ‘’Komşularımız, kirvelerimiz bize ihanet etti,’’ diyorlardı. Yani yanı başında, bir gün öncesine kadar komşu olan köyler IŞİD’le birlikte bu bölgeye saldırdılar. IŞİD bunu yaparken o bölgedeki Araplara, Araplar diye genelleştirmek belki bir halkı suçlamak anlamında kötü, ama en azından o yöredeki bazı Sünni aşiret mensuplarına bölgedeki talanı da serbest kıldı. Yani onlar, mal-mülk elde etmek adına IŞİD’e destek verdiler ve Şengal işgaline katıldılar. Bu durumun Şengal’in işgal edilmesinde ciddi bir etkisi oldu.
Bölgedeki dört Kürt partisinden bahsetmiştiniz. Bu dört partiye tarihsel sorumluluklar düştüğünü söylemişsiniz. Bu tarihsel sorumluluklar nelerdi?
Bunlar aslında, Kürdistan’ın üç parçasında öne çıkardığım dört parti. İran Kürdistanı’nı bunun dışında tuttum. Bunun temel nedenlerinden biri, İran’da uzun yıllardır hakim olan sessizlik. İran Kürdistanı’ndaki partiler kendi aralarında hala sorunludurlar. Ama esasen bu dört partide dikkat çektiğim nokta, bunların Kürdistan’daki silahlı örgütler olması, hala silahlı güç barındıran yapılar olması.
Bunlardan biri PYD. Rojava’da YPG’nin içerisinde yer alan insanların önemli bir bölümü PYDli. YPG her ne kadar PYD’nin askerî bir birliği olmayıp Rojava’nın bir birliği olsa da PYD’ye sempati duyan insanların çoğunlukta olduğu bir askerî örgüt. Diğer örgüt ise PKK ki 30 yıldan beri Türkiye’de ve bölgede etkin çalışmalar yürütmüş ve öte yandan etkin silahlı siyasi güç barındıran bir yapı. Diğer ikisi ise Güney Kürdistan’ın siyasi partileri; Kürdistan Demokrat Partisi(KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği(YNK). Bunlar da silahlı mücadele anlamında deneyimli, uzun yıllar bu süreci yaşamış. Dolayısıyla silahlı gücü olan bu dört partinin stratejik bir ortaklık temelinde bir ortak savunma merkezi oluşturması, yaşanacak sıkıntıların birçoğunun aşılmasında da rahatlık sağlar. Bu, yalnız Güney Kürdistan için ortaya konulan bir tablo değil, Rojava için de ortaya konması gereken bir tablodur. Yani farklı bölgelerde daha farklı şeyler düşünülebilir, tartışılabilir, savunulabilir. Ama özellikle sıcak olan iki gündem IŞİD saldırısına karşı bu dört siyasi partiyi askeri gücüyle stratejik temelde birleştirip en azından bölge insanının can güvenliğini sağlamaktır. IŞİD gibi ceberrut bir örgütü bu bölgeden dışarıya çıkararak bölgede yalnız Kürtlerin değil, tüm halkların güvenliğini sağlamak konusunda çok önemli şeyler yapılabilir.
”İki devleti yenen bir IŞİD’den söz ediyoruz. Çok da küçümsenecek bir örgüt değil.”
Şuradan da anlamak mümkün; iki devleti yenen IŞİD’den söz ediyoruz. Çok da küçümsenecek bir örgüt değil. Irak ordusunu kısa sürede yerle bir edip silahlarına el koydu. Suriye’nin neredeyse dörtte biri şu anda tamamen IŞİD’in denetiminde. Orta Sünni bölge; Deyr ez Zor’dan Rakka’ya kadar uzanan geniş bir alan olduğu gibi onun denetiminde. Suriye ordusunun en büyük askerî birliklerini ele geçirip oradaki silahlarına el koymuş durumda. Böyle bir örgüte karşı 1,5 yıldan beri ciddi bir direniş gösteren Kürtler var. Bu; Suriye’de de, Şengal saldırısından sonra Şengal’de de, uluslararası desteğin olmasından sonra Güney Kürdistan peşmergelerinin de yönelmesiyle birlikte önemli bölgelerin geri alınmasında da kendisini gösterdi. Böyle bir gücün biraraya gelmesi, askerî-stratejik bir ortaklık kurması ve bu temelde yönelmesi birçok şeyi engelleyebilecek potansiyeldedir.
Özellikle bu sıcak günlerde, Kobanê’ye dönük IŞİD saldırısını da görünce bunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ediyorum. Yani, Kürtlerin bunu yapmaktan başka bir şansı yok. Bu, birilerinin gönlünü hoş etmek için değil; kendi topraklarında insanların özgürce yaşamalarını sağlamak içindir. Bu anlamda tarihsel sorumluluk bu dört partiye düşüyor. Ama bu, diğerlerinin sorumsuz olduğu anlamına gelmiyor. Bölge güçlerinin tümüne bölgedeki devletler bazında da, Kürtlerin kendi siyasal partileri bazında da bu anlamda ciddi sorumluluklar düşüyor. Ama başat sorumluluk, silahlı gücü olan bu dört siyasi partidedir.
Beklentilerden bahsettiğiniz bu yazınızın yayınlanmasının üzerinden geçen süreçte sizce beklentiler karşılandı mı?
IŞİD’in Şengal saldırısından sonra Kürtler arasında fiilî bir alan ortaklığı oluştu. Irak Kürdistanı’nda Maxmur’un savunmasında bu dört partiye sempati duyan silahlı güçler, o savunmaya birlikte katıldılar. Keza, Kerkük’ün savunmasında HPG gidip Peşmerge ordusuna destek verdi. Yine, Şengal Dağı’na kaçan Ezîdilerin güvenliğini sağlamak için YPG, HPG ve Peşmerge güçleri zaman zaman ortak operasyonlar da yaptılar, ortak savunma birlikleri de oluşturdular. Ama bunların tümü ne yazık ki lokalde kaldı. Yani hala o arzuladığımız stratejik ortaklık askerî ve siyasi anlamda Kürtler arasında kurulabilmiş değil. Ama dediğim gibi, alan ortaklığı bir şekilde sağlandı.
Keşke bu stratejik ortaklık kurulmuş olsaydı da bugün Kobanê’de IŞİD’in bu saldırıları karşısında bu mezalimi de yaşamamış olsaydık.
Bölgesel bir dizayndan bahsettiniz. Tam da burada şu soru ortaya çıkıyor; Amerika’nın IŞİD’in vahşetine sessiz kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bizzat Obama’nın kendisi IŞİD planını açıklamadan 24 saat önce ABD’de özel bir televizyon kanalına verdiği demeçte ‘Biz bekledik ve izledik,’ dedi. Bekleyip izlediği, esasen Suriye krizinden sonra gelişmeleri istediği biçimde kontrol edemeyince o bölgede ortaya çıkan yeni güçlerin birbirleriyle çatışmasıydı. Çünkü kendisinin böylelikle dünya kamuoyu karşısında bölgeye yönelik planlar geliştiğinde rahatlıkla karşı çıkılamayacak bir noktaya gelecekti. Yani bu, birilerinin dediği değil; bizzat ABD başkanı Obama’nın dediği şey. Bugüne kadar IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyon ne kadar doğruysa, bu noktaya gelinmesinde de o koalisyonu oluşturanların en büyük pay sahibi olduğunu unutmamak lazım. Yani, koalisyona destek veren 38-40 ülkenin neredeyse tamamı Ortadoğu’nun bu noktaya gelmesinde de aynı paya sahiptirler. Onlar hiçbir şekilde Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için değil; kendi özel çıkarları için, Ortadoğu’nun zenginliklerinden en ciddi payı almak için bu çabanın içerisinde oldular.
ABD’nin ‘‘izleme’’sinin temel nedenlerinden biri de kanaatimce, bölge dengelerini çok rahat ve yakından gözlemesidir. Çünkü Arap Baharı diye başlayıp Tunus’tan yola çıkan, Mısır’a kadar gelen kriz Suriye’ye yansıyınca Suriye’de ciddi bir tepkiyle karşılaştı. Yani Suriye’de özellikle Suriye rejimine destek veren Rusya’nın tutumu, keza bölgede önemli bir aktör olan İran’ın Esad rejiminin desteklenmesine yönelik geliştirdiği tavır ABD’nin buraya müdahalesine engel olmuştu. Böyle bir tablo içerisinde öncelikle bölgede kendisine rol biçen yeni aktörler ortaya çıktı. Bunlar da kabul etmek gerekir ki en önemli üç aktör: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye.
Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye kendi güçleri üzerinden bölgedeki Esad muhaliflerini dizayn etmeye kalktılar. Özgür Suriye Ordusu, dediler; kırk tane Özgür Suriye Ordusu ortaya çıktı. Katar’ın Özgür Suriye Ordusu çıktı, Suudi Arabistan’ın Özgür Suriye Ordusu çıktı, Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu çıktı. Bu da yetmedi. Bir müddet sonra bölgedeki güçler zayıflamaya başladı. Uzun dönemden beri Irak’ta yatan, hücrelerini oluşturmuş bir örgüt 2011’den sonra adım adım Irak’ta faaliyet göstermeye başladı; Irak İslam Devleti adıyla. Ama daha sonrasında 2013’te bunlar Suriye’ye geçerek burada Irak-Şam İslam Devleti’ni oluşturdular ve orada etkinlik kurmaya başladılar. Hatta büyümelerinde aynı zamanda Irak’taki Malikî yönetiminin Sünnileri dışlamasının büyük payı var. Suriye’de de o bölge içerisindeki güçlerin önemli bir bölümünü alt ederek egemenlik kurmaya başladı. Bu kez Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye deyim yerindeyse başta desteklemedikleri ama sonra ellerine kalan IŞİD’e destek vermeye başladı. IŞİD kendiliğinden büyüyen bir örgüt olmadı.
Öte yandan, Esad da bu tabloyu çok iyi değerlendirdi. IŞİD orada Esad’a karşı savaşan Batı destekli muhaliflere saldırmaya başlayınca Esad da izleyici konumuna girdi. Yani çatışma olan alanlara dönük hiçbir müdahalede bulunmadı. Muhaliflerin kendi içinde çatışmalarına deyim yerindeyse çanak tuttu. IŞİD ne zaman Esad rejiminin elindeki bölgelere saldırdıysa o zaman Esad rejimi buna karşı çıktı.
Şimdi bütünsel olarak düşünelim. İşin içerisine giren IŞİD, öncülüğü almaya başladı. IŞİD’in, esasen Malikî yönetiminin bu yanlışlıklar nedeniyle büyümesi Batılı devletlerin de hesabına gelen bir durum değildi. Aynı zamanda Malikî yönetiminin Esad ve İran rejimleriyle yakınlaşması da ABD ve diğer Batılı devletlerin hesabına gelmiyordu. Böyle bir tablo karşısında Irak’taki yönelimi durdurmak için Malikî’nin gitmesini şart koştular ki zaten Malikî gidip daha sonra İbadi başkanlığında yeni bir hükümet kurulunca yeniden IŞİD’e müdahale başladı.
Yani, öncesinde IŞİD benzeri katliamları onlarca kez yapmasına rağmen bir tek kez müdahale etmedi, sadece izlemekle yetindi. Ama ne zaman ki Musul’a, Şengal’e ve onun akabinde Irak Kürdistan Bölgesi’ne, Bağdat’a dönük saldırılar başladı o zaman hava saldırıları ve koalisyon çalışmaları başladı.
Bu saatten sonra dikkat çekilmesi gereken bir durum var. Şu veya bu biçimde herkesin bu işin içerisinde bir payı var. Ama IŞİD gibi Ortadoğu’nun geleceği açısından riskli, ceberrut, katliamcı bir örgüte karşı da ‘Bunlar emperyalizmin ayak oyunlarıdır’ deyip karşı çıkmanın ve dolayısıyla IŞİD’i geriletmeye dönük bu koalisyonda klasik bir savaş karşıtlığının gerektiğine de inanmıyorum. ‘Yankee! Go home!’ anlayışı bu saatten sonra gerekli değildir. Bunu diyenler varsa, o zaman o IŞİD’in oradan nasıl çıkarılacağına dönük ciddi bir alternatif de ortaya koymak durumundalar.
Bugün bölgede IŞİD’e karşı en yoğun direnişi gösteren neredeyse tüm güçler, bu koalisyonun kendilerine de destek vermesini bekliyorlar. Örneğin, YPG üzerinden yapılan onlarca açıklamada, ki YPG Rojava’da IŞİD’e en büyük direnişi göstermiş bir örgüt, bu koalisyonun neden kurulduğu değil; Rojava’daki IŞİD saldırılarına dönük tedbirler aldığıdır. Yani bugün Fransa uçakları da ABD uçaklarına dahil olup Irak Kürdistanı’nda Zummar Bölgesi’nde Rojava’yla Irak Kürdistanı arasındaki sınır noktalarında bazı IŞİD mevzilerini bombalamaya başladı. Oysa yanı başlarında, hemen 200-300 km beride bir Kobanê saldırısı var. Ama Kobanê saldırısına dönük hala bir tepki vermiş değiller. Dolayısıyla IŞİD, sadece Irak Kürdistanı’na saldırmıyor. Rojava’da da Suriye’de de benzeri saldırılara, katliamcı yaklaşımlara devam ediyor. Orada da o saldırganlığa karşı önlemler alınması lazım.
Burada dikkat çeken başka bir boyut Türkiye’nin tutumudur ki ben bunun bölgedeki Kürt politikasından çok da bağımsız olduğu inancında değilim. Türkiye başından beri Ortadoğu’da yanlış politika yapıyor. Ortadoğu’daki gelişmelere kendi cephesinden tamamen müdahil olmaya çalışıyor. O bölgedeki gelişmeleri bir bütün olarak kendi politikaları çerçevesinde, deyim yerindeyse yeni başbakan Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ politikası ekseninde kendince kontrol etmeye niyetlendi. Bu durum ABD ile karşı karşıya gelmeyi de beraberinde getirdi. Başka birçok denge de var.
”Bölgedeki yanlış politikalardan vazgeçilmeli.”
Ama sonuçta şunu biliyoruz ki Türkiye başından beri Suriye’de yanlış politika yürüttü. Rojava konusunda tam bir anti-Kürt politika yürüttü. Rojava’daki Kürtlerin tüm kazanımlarını hiçe saydı. Burada Kürtlerin elinin zayıflamasının çözüm süreci açısından kendisini güçlü kılacağını tasavvur etti. Bu türden bir yanlış politikayla hem IŞİD gibi bir örgütün büyümesine, hem orada birçok insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Bugün de benzeri bir yanlış politikadan hala vazgeçmiş değil. Örneğin; Kobanê saldırısına dönük çok ciddi iddialar var Türkiye’yle ilgili. Daha öncesindeki IŞİD desteğiyle ilgili artık Batı basınında da çıkan birçok haber var. Bu haberler ciddi iddialar. IŞİD petrolünün Türkiye üzerinden satıldığı, sınırlardan birçok insanın IŞİD’e destek vermek için Rojava ve Suriye’ye geçtiği gibi iddialar yabana atılır iddialar değil. Hem bu iddialar hem de son Kobanê saldırısında Türkiye’nin engelleyici bir rol üstlenmemesi düşündürücüdür.
Ama ben, her şeye rağmen Kobanê ve Rojava’daki direnişin devam edeceğini ve en nihayetinde hem uluslararası koalisyonun hem Türkiye’nin daha uzun dönem buna sessiz kalamayacağına inanıyorum. Şu an belki Kobanê de 200 bin Kürt risk altında, ama hiç unutmamak lazım ki bir savaşın yaşandığı coğrafyada 40 milyon Kürt yaşıyor. Şengal’de nasıl ‘insanım!’ diyen herkesin yüreği yandıysa Kobanê açısından da bu geçerlidir. Bu saldırganlığı uzun dönem devam ettiremezler. Batı’nın da ABD’nin de Türkiye’nin de en nihayetinde IŞİD’in bu saldırganlığına karşı bir tutum almak durumunda olacağına inanıyorum ben. Ama son dakikaya kadar da o bölgedeki güçleri dizayn etmek için, onların zayıflaması için, onların kendilerine mecbur kalması için IŞİD’in bazı saldırganlıklarını da görmezden gelebilirler.
IŞİD’le mücadelede özne sorunundan bahsettiğiniz bir yazınız var. Sizce özne kim olmalı?
IŞİD’ le mücadele konusunda kuşkusuz en önemli özne, IŞİD’in yaptıkları karşısında mağdur olanlardır. Biraz önce ABD öncülüğünde gelişen koalisyondan bahsederken de aynı noktadan bakılması gerektiğini söyledim. Yani sonuçta bir örgüt alanda çok ciddi katliamlara yöneliyor, insanların geleceklerini ellerinden çalmaya çalışıyor ise siz o insanların yaşadığı mağduriyete rağmen o koalisyonun o örgütü durdurmasına karşı çakamazsınız. Ama tabi, sosyal medya veya benzeri başka platformlar üzerinden, özellikle de denetimsiz platformlar üzerinden bir algı operasyonu da yürütenler vardı. Örneğin, Şengal gelişmesi yaşandığında sıcağı sıcağına birçok insan hiç işin doğrusuna-yanlışına bakmadan birbirine savaş da başlatabildiler.
Düşünün; 300 bin insan yerinden yurdundan olmuş, binlerce insan can havliyle dağlara kaçmaya çalışıyor. Ama birileri buradan ‘O kaçtı… Bu bunu yaptı… Şu bunu söyledi… Şu şurdan geldi… Şu niye bunu yapmıyor?’ gibisinden ipe sapa gelmez, hiçbir şekilde gerçekliği olmayan bir sürü paylaşımla ortalığı bulandırmaya kalktı. Dolayısıyla böyle bir tablo karşısında ben gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim; özne hiçbir şekilde bu tür sosyal medya şarlatanları değil, ciddi anlamda o alanda faaliyet gösterip mağdur olan insanlardır.
YPG o bölgeye gitmiş, Şengal’den kaçan Ezîdilerin yaşamını kurtarmak için koridor açmıştır. Orada kalan bazı peşmerge güçleriyle, Ezîdilerin oluşturduğu Şengal direniş birlikleriyle bir ortak çaba içerisinde. Bangır bangır bağırıyorlar: Bu alanda Kürtlerden ya da bölge halklarından bizlere moral desteği olabilecek yaklaşımlar sergilemesini bekliyoruz, diyorlar. Ama buna karşın, birileri ısrarla onları karşı karşıya getirmeye dönük çaba içerisindeydi.
”Özne olarak o alanda mücadele yürütenlere, gerçekten mağdur olanlara bakmak ve onlar üzerinden çalışma yürütmek gerekir.”
Ama şu da var tabi; sosyal medya önemsiz bir platformdur, demiyorum. ‘Sosyal medya şarlatanlığı’ yapanların oran olarak çok fazla olduğu inancında da değilim. Sosyal medya birçok durumda değişim veya zorlayıcı etkileri olan bir platform. Örneğin, Roboski katliamı olduğunda saatlerce hiçbir medya bunu görmedi. Ama sosyal medyada tüm dünya bangır bangır Roboski’de köylülerin katledildiğini, çoğunun 18 yaşından küçük gençler olduğunu söyledi. Keza; Şengal’e dönük yaklaşım geliştiğinde de benzeri bir tabloyla karşılaştık. Bugün Kobanê’ye dönük bir saldırganlık var ve bu saldırganlık karşısında yine benzer bir tablo içerisindeyiz.
Yani sorumluluğu olan bir noktada da sosyal medyayı kullananlar var, ama diğer taraftan maalesef ne olduğu belli olmayan karanlık güçler de var. Burada akıllı olmak gerekiyor.
Şu an bölgede Ezîdilerle ilgili, onlar için herhangi bir çalışma var mı?
Şu anda yaşanan tablo şu; Şengal, Ezîdilerin dünyada toplu olarak yaşadığı en büyük yerdi. Bu alanda şu anda hiç Ezîdi yok, kalanlar da IŞİD’in elinde esir. Şengal dediğimiz, Kürtlerin Ezdixan diye adlandırdığı yer, şu anda bir bütün olarak IŞİD eliyle yaşatılan bir soykırıma maruz kaldı. Kalan Ezîdilerin de önemli bir kısmı Güney Kürdistan’da Duhok, Zaxo ve Türkiye’de de Nusaybin, Mardin, Midyat, Batman gibi kentlere yayılmış durumda. Çok sayıda Ezîdi de başka bölgelere geçmiş durumda. Yani Türkiye’de 30 bin civarında Ezîdi’nin, Güney Kürdistan’da da 200 bin civarında Ezîdi’nin olduğu biliniyor. Bunlara dönük, geri dönüşlerini sağlayabilecek yeni bir politika geliştirilmiş değil. Bunun sağlanması için insanlara ‘Bölgeniz güvenlidir, geri dönün.’ demek de yetmez bu saatten sonra. Çünkü Ezîdilerin yaşadığı onlarca katliam var ve bu son katliam. Ezîdiler artık şuna inanıyor, bu katliam sonuncu olmayacak. Ezîdilere güvence verilmediği sürece o bölgede Ezîdilere dönük katliamların yaşanmasının önüne kimse geçemez.
Dolayısıyla o bölgeden bir bütün olarak IŞİD’in çıkarılması, yalnız başına Ezîdilerin yaşayacağı bir noktaya gelmesi yeterli. Aynı zamanda Ezîdilerin tüm dünyanın denetiminde, gözetiminde kendilerini özgürce yönetebileceklerine, artık hiçbir şekilde saldırıya uğramayacaklarına dair sağlıklı güvenceler oluşturabileceklerine dair bir yeni yönetim anlayışına da ihtiyaç var. Çünkü düşünün, onlarca yıl önce bu coğrafyanın en büyük topluluğuolan Ezîdiler, şu an bu coğrafyada mumla aranır duruma gelmiştir. Tüm dünyadaki nüfusları 1,5 milyon civarında. Bunların kendi topraklarında yaşayanlarının nüfusu, dünya üzerindeki nüfuslarının yarısı bile değil. 400-500 bin insan kendi coğrafyasında yaşıyor. Geriye kalan 1 milyon insan zaten kendi coğrafyası dışında perişan bir halde. Bunlara ciddi anlamda güvence vermek lazım. Ama en önemli şey, mutlaka onların kendi ata topraklarının katliamcılardan temizlenmesidir.
Bu koalisyon umarım önümüzdeki sürede buna olanak sağlar. Koalisyonun IŞİD’i oradan çıkarmaya gücü yeterse, tekrar Ezîdilerin dünyanın gözetiminde yaşaması ve onlara güvence verilmesi sağlanmalıdır. Aksi halde, kimse oraya geri dönmeyecek.
Medyanın ve özellikle Müslüman kesimlerin Ezîdi katliamıyla ilgili sessiz kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu, hiçbir şekilde anlaşılabilir bir durum değil. Zerre kadar da insanî değil. Yani kısaca ifade etmek gerekirse; kendine ‘Müslümanım’ diyen, inançlı birinin bu dünyada herhangi bir coğrafyada yaşayan bir başka kavme, inanca, milliyete dönük bir katliamcı saldırganlığa karşı sessiz kalmasının anlaşılır hiçbir yanı yok. Yani, Gazze’deki Müslüman ne ise, Şengal’deki Ezîdi de odur. Bunların birbirinden zerre kadar farkı yoktur. Dolayısıyla bu sessizliğin o çevrelerin siyasetlerinden bağımsız olarak düşünülmemesi gerektiği inancındayım. Yürüttükleri siyasetle orantılı bir siyasi yaklaşım içindeler. Gazze’deki Filistinli Arapların İsrail zulmü karşısında büyük mağduriyetler ve katliamlar yaşandığını söylemeleri, Filistinli Arapları çok sevdiklerinden değil; İsrail’le olan sorunlarından dolayıdır.
”Sessizlikleri politikalarından bağımsız değildir.”
Ama benzer bir durumu Şengal’de Ezîdilere karşı yürütülen politikada kendi çıkarları için uygun görmemişlerdir. Yani kendi siyasetlerinden bağımsız değiller.
Medya örneğini özellikle açmak istiyorum. Kobanê saldırıya uğradıktan sonra ana akım medya, yandaş medya günlerce sessiz kaldı. Küçük bir haber değeri bile yoktu. Ama son gün insanlar sınırlara yığılmaya başlayınca o insanların sınırın diğer tarafına geçişinin asker marifetiyle engellenmesine dair hiçbir haber yapmadılar. Canlı yayın yapmadılar. Sonra Kuzey Kürtlerinden binlerce insan o coğrafyaya yığılıp buna tepki gösterince sınırda bir taraftan IŞİD silahları altında inleyen, diğer taraftan da onların bu tarafa güvenli bir şekilde geçişi için çaba gösteren insanlara gaz bombalarıyla, tazyikli suyla vb. yöntemlerle müdahale ettiler, onları engellediler. Ama en nihayetinde sınır açıldıktan sonra sanki orada o medya yokmuş da birden bire gelmiş gibi ‘Türkiye sınırını açtı, insanî sorumluluğunu yerine getirdi, savaştan kaçanlara kucak açtı…’ gibi basmakalıp söylemlerle manipülasyon yapmaya başladılar. Bu ikiyüzlü bir tutumdur.
Aslında gücümüz çok olmasa bile, inancımız ben eminim onlardan daha fazla sürekli teşhir etmek lazım. Bunu her tarafta onların yüzüne vurmak lazım.
Roboski’deki sessizlik nasıl bugün onları utandırıyorsa, Gezi eylemleri esnasında nasıl penguen medyasına dönüştülerse bugün de bunları teşhir etmek lazım.
Dolayısıyla şu da bir gerçek; artık onlar karşısında ciddi bir alternatif medyayı da büyütmek lazım. Yani bu sorumluluk yalnızca medyanın yalancı yüzünü teşhir etmek değil, aynı zamanda onların haberlerine inanmadığımızı da farklı alternatif platformlar üzerinden dünyaya göstererek ortaya koymalıyız.
Şengal’in geleceğiyle ilgili öngörüleriniz nelerdir?
Salt Şengal’in geleceğiyle ilgili çok öznel bir durumdan bahsedemiyorum doğrusu. Şengal, Ezîdiler’in yeniden güvenle ve güvenceli bir şekilde yaşayabilecekleri bir noktaya gelmek durumundadır. Şengal’de şimdiye kadar katliamlara ortak olmuş herkesin sorumluluğu vardır. Dolayısıyla bu sorumluluğu olanlar artık Şengal’den, Şengal halkından, Ezîdilerden özür dilemeli ve bunun gereğini yerine getirmelidir. Ama coğrafya büyük bir ateş içerisinde. Yani Irak’ta, Suriye’de büyük bir ateş yanmaktadır.
Düşünün, 2011 krizinden bu yana Suriye’de yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Bunlar içerisinde Nusayriler vardı, Ermeniler vardı, Kürtler vardı, Araplar, Sünniler bile vardı. Yani IŞİD’e ve diğer örgütlere destek vermeyen birçok Arap da burada katledildi. Keza Irak’ta bugün Kerkük’te, Necef’te, Kerbela’da Şiîler ve Sünniler de her gün yüzlerce bombanın patlamasıyla yaşamını yitiriyor. Dolayısıyla, coğrafyada yanan bu ateşi görmek lazım. Öncelikle bu ateşi söndürecek politikalar izlemek lazım. Bu ateşin söndürülmesinde de sorumluluğu olan devletlerin ciddi anlamda kendi politikalarını gözden geçirmesi lazım.
Türkiye’de yaşıyoruz. Özellikle Türkiye’nin bu konudaki politikalarını gözden geçirmesi lazım. Düşünün, büyüttükleri IŞİD artık yalnızca bölge halkı için değil; kendileri açısından da bir risk. ABD oturup izledi. Ama ne zaman kendi güvenliklerini tehlikeye sokacak noktaya geldi, o zaman buna karşı önlem almaya başladı. Fransa, İngiltere, Almanya ve diğer Batılı devletlerin hepsi şu anda IŞİD’in kendileri açısından ciddi bir risk olduğunu biliyor. Dünyanın öte yakasındaki güçler, devletler bunun risk olduğunu biliyor da Türkiye bunun risk olduğunu bilmiyor mu? Bugün Türkiye’de birçok noktada IŞİD rahatlıkla eylem yapabilecek duruma gelmiştir.
Kabul etmek gerekir ki İstanbul’da, Hatay’da, Adana’da, Mersin’de, Antep’te, Urfa’da birçok IŞİDli var ve bu IŞİDliler bölgedeki sınırları yolgeçen hanına çevirip Suriye’ye, Rojava’ya istedikleri gibi gidip gelebildiler. Bunların hepsi Türkiye açısından da ciddi risk. Belki sadece ‘49 rehine olayı’ Türkiye kamuoyuna gerekçe olarak gösteriliyor, ama esasen o 49 rehinenin dışında IŞİD belasının Türkiye’ye döndüğünde neler yapabileceğini tahmin ettiği için bugün belki çok açıktan politika sürdürülemiyor, hatta koalisyon içerisinde yer alamıyor. Ama ne olursa olsun, sonuçta IŞİD sıkıştığında kendisini büyütenlere, destekçilerine de dönecektir. Hiç unutmayalım, geçmişte El Kaide gibi bir örgütün oluşmasında ABD’nin çok ciddi bir payı var. El Kaide, Afganistan’da eski Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin kendi eliyle büyüttüğü bir örgüttü. Ama sonrasında bu, kendisine de döndü.
Dolayısıyla, bunlara karşı daha tedbirli, daha akıllı ve bölge halklarının tümünün çıkarına olan politikalar yürütmek zorundalar.
Şunu kabul etmek lazım artık; bölgede yaşayan herkes insandır, eğer bu gerçeği esas alırlarsa pekâlâ daha sağlıklı sonuç alabilecekleri politikalar üretebilirler. Ama hala o dar, milliyetçi, faşizan kalıplarla dolaşarak bir şeyler üretmeye devam ederlerse hiç unutmasınlar; o ateş gelip onları da bulur. Onları da yakar.
Genel tabloya baktığımızda aslında kimsenin bölgede yaşayan halkları dikkate almadığını görüyoruz. Kapitalizmin kendi çıkarlarıyla bölgeyi talan ettiğini söyleyebilir miyiz?
Onları yerle bir edecek politikaları da üretmek halkların görevi. Bugün mesela Rojava’da ortaya çıkan tablo, bölgede oluşturulan yönetim anlayışı ile kapitalizme de alternatiftir. Zaten bu yüzden emperyalist ülkeler yeniden bir dizayn için çabalıyorlar. Burada halkların özgür ve demokratik bir şekilde birlikte yaşayabileceği yeni bir model sunuluyor. Bu modele karşı da esasen diğer güçler, orada IŞİD saldırganlığına göz yumup sessiz kalabiliyorlar. Dolayısıyla da artık beklentimiz, kapitalizmin ya da emperyal güçlerin kendisini yeniden dizayn etmesi değil; halkların kendi gerçek gücünü göstermesidir. Ama halklar kendi gerçek güçlerini gösterinceye kadar da onlara uyarılarda bulunmak gibi bir görevimiz var.
Bu ateş, siz bu şekilde davranırsanız sizi de yakıp çıkarlarınızı yerle bir edecektir.
Adilmedya.com