Barış dinamik bir kavramdır. Dondurulmuş demokrasi olamayacağı gibi dondurulmuş barış da olamaz. Bölgesel, toplumsal gelişmeler, barışın siyasal ve hukuksal çerçevesini de şekillendirir.
Devlet adına süreci savunanların, demokratikleşme ve çözüm konusunda alınan mesafe ile övünürken bölgesel gelişmelerdeki hızı dikkate almadan yaptıkları değerlendirmeler gün geçtikçe anlamını yitirmektedir. Bölgede sınırlar ve rejimler tartışılırken dahası silahın yegane siyaset yapma ve varlığını devam ettirme aracı olduğu genel kabul görürken, Kürt hareketini silahsızlandırma iddiası gerçekçilikten uzak bir fanteziye dönüşmektedir.
Çözüm sürecinin kabul edilebilir bir konsepte dayanması önemli ise hedeflerinin gerçekleştirilebilir olması da son derece önemlidir.
Bu durumda çözüm sürecinde başladığımız noktada olmadığımızı bile kabullenmekte zorlanan devlet aklının, zaman yayma refleksinin barış arayışını tümüyle sabote atma potansiyeli gittikçe yükselmektedir.
Gelelim süreç içerisinde tarafların ve diğer dinamiklerin pozisyonunda yaşanan değişime.
Başbakan Erdoğan, korkuları arttıkça saldırı yapma zorunluluğu kaçınılmaz hale gelen bir psikoloji içerisindedir. Pozisyonunu koruyabilmenin yolunun hamle yapmaktan geçtiğine inanan Erdoğan, kendine hasım gördüğü her gücü püskürtmek için hamle yapmaya yeltenmektedir. Ancak kısa süre içinde manevra yapmaya açık bu tutum, ciddi zikzaklar çizmeye de mecbur gözükmektedir.
Ergenekon davası bu açıdan ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Birkaç yıl boyunca bu davaya yüklenen anlam ve bu dava üzerinden kurulan söylem hatta propaganda kampanyası bugün ne anlam ifade etmektedir ? Bu örnek ve soruları artırmak mümkün elbette.
Erdoğan’ın, bayrağın en azından bir kısmını teslim ettiği Davutoğlu, bu açıdan Erdoğan’a benzer bir pozisyondadır. Suriye politikasında çıtanın konulduğu yer ve kırmızı çizgiler tümüyle anlamını yitirmiştir. Milli devlet ve güçlü ordu perspektifi ile 2023 hedeflerine hatta 2071 vizyonuna yönelen bir iktidarın barış algısı, doğal olarak muhafazakar milliyetçi yada Osmanlıcı sınırları bünyesinde barındırmaktadır.
Kürt siyasetinin içinde temsil edildiği HDP açısından da çıta farklı bir noktaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan mesafe aslında bir baskı unsuruna dönüşmüştür. Örgütlenmesini hem yerel hem genel yapıda ulaştığı toplumsal kesimlere hitap edilebilir niteliğe taşıyamazsa ciddi bir risk söz konusu olacaktır.
Hem HDK hem HDP’nin reorganize ihtiyacı bu nedenle son derece nettir. Barış sürecinin geleceği bu nedenle ilk genel seçimde ciddi bir teste tabi olacaktır.
Barışa dair olumlu umutlar taşıyan herkesin, iç dinamiklerin sürece katılım talebini dikkate alması ve süreci izleyecek mekanizmalar kurması kaçınılmaz gözükmektedir. Uluslararası izleme ve çatışma çözümü mekanizmaları da, sanıldığı ve korkulduğu gibi süreci sabote etme vasfından çok bu sürecin yanlış zemine kaymasını, savsaklanmasını önleme işlevi görebilir.
Toplumsal hafızadaki yaraların sarılması, yeni ittifaklar için fırsat yakalanması anlamına gelir ki galiba barış çıtasının yükseleceği nokta da bundan çok etkilenecektir.