Varlık âleminde döngü yani devir daim, “kemale doğru değil kemal içinde” olmaktadır.
Tabi ki bunu sağlayan yegâne güç Allah’tır.
Allah dışında her şey yaratılmıştır ve yaratılan bütün varlık adalet üzere yaratılmıştır.
Allah yerinde sabit duran, her şeyden elini eteğini çekmiş, hiçbir şeye karışmayan, ya da istediğine istediği an müdahale eden, kaderini değiştiren, değildir.
İstediği takdirde buna gücü yeter fakat Allah adil olduğu için adalet eder.
Koyduğu kurallara başta kendisi uyar.
Yaratmış olduğu varlığın karakterine/fıtratına aykırı davranmaz.
O varlıkla sürekli iç içedir.
Bütün olanın özündeki derinlikleri her daim açan, gelişmesini sağlayan, sınırı olmayan, süreklilik arz eden canlı bir iletişim halindedir.
Onun durumu; yorgunluk, tembellik, uyku ya da bir an uyuklamanın bile olmadığı sürekli yaratılış halidir.
Ama Allah; insana “verdiği iradeden dolayı” denenmeye müdahale etmez. Koyduğu kuralları ihlal etmez.
Zaten müdahale etmiş olsa imtihanın bir anlamı olmaz.
Demek ki Allah; kimse kimseye ilahlık taslamasın ve kimse kimseye kölelik yapmasın, yani hiç kimsenin kimseye üstünlük yapmaması için ve açıkça buna mani olmak için, her bireyin kendi gittiği yolda, kendisine sonsuz bir gelişme ve ilerleme yolu açmıştır.
Bunun aslında tam olarak anlamı, insanın özgürleştirilmesidir.
Bireyin önemli ve öne çıkarılmasıdır.
Allah varlığı ve birliği ile bölünmez bir bütündür ve Allah yarattığı evrende bu birliği adalet ile sağlamaktadır.
Dolayısıyla bu âlemde adalet şarttır. Çünkü eğer; bu hayatta insan hem hayvanlaşıyor, hem de melekleşiyorsa bu varlığın sahibi adil olmayı gerektirir.
Adil olmada ki amaç ise; haksızlığı önleme adına, bir varlığın diğer bir varlığa zarar vermemesine engel olmak ve evrendeki birliği korumaktır. Ölümden sonraki hayat da buna dâhildir.
(elbette ölümden sonraki hayat, bu hayatın bir devamı ve bir parçasıdır.)
Böylelikle bu evrende yaratılan her bir varlığın, kendi var olma gayesi doğrultusunda hareket edip, kendini geliştirmesi, aydınlanması sağlanmıştır.
Bu da; insan açısından bakıldığında, adı özgürlüktür.
Klasik/gelenekçi anlayışın dediği gibi; yaşamın/kaderin Allah tarafından biçimlendiği, belirlendiği, yazıldığı, tayin edildiği düşüncesi ise; insanın bu dünyada bir sorumluluk duymasını tamamen olanaksız hale getirir.
Bu yanlış düşünce, insanı etken pozisyonundan alıp edilgen hale getirerek; pasif, beceriksiz, işe yaramaz bir duruma sokar.
İnsanın girişkenliğini, mücadelesini, üretimini, özgür iradesini hiçe sayar ve dumura uğratır.
Kendisine biçilmiş, belirlenmiş bir yazgıyı kabul etmek, insanı; hem robot, hem tembel, hem de koyunlaştırmaz mı?
Senaryoyu Allah yazmış biz de oynuyor muyuz?
Tabiri yerinde ise bir kukla sahnesinde miyiz?
Buna nasıl denenme ya da imtihan diyebiliriz ki?
Birazcık aklı olan bu saçmalıklara inanmaz! Çünkü bu saçmalığa inanıldığı takdirde insanlar, bizzatihi Allah’a karşı bir yanlışın içerisinde olur.
Nasıl diyeceksiniz?
Yani; bizim fiillerimizi özgür kılan güç neden aynı zamanda da müdahale etsin. Aslında bu çelişkili bir durumu ortaya çıkarır ki Allah asla ve kat’a kendisiyle çelişmez.
Kendisine inanılmasını bile özgür bırakan varlık (Allah), nasıl olurda fiilleri özgür bırakmayıp, onları tanzim etsin.
Zaten kişi ne kadar özgür düşünebilir ve ne kadar özgürce O’nu ararsa, o kadar O’na yaklaşır.
Çünkü bizzatihi aklı (iradeyi) bize veren ve kullanma serbestliği veren o’dur.