Binbir çeşit çizgilerle çevirirler dünyalarımızı. Önce memleketi zindana çevirirler, sonra intibak beklerler mahkumlardan. Çizdikleri sınırlar, koydukları yasaklar, verdikleri ultimatomlar kendi gölgesinden korkan güvercinler gibi havalandırır bazı ödleklerin mukaddeslerini, ideallerini, prensiplerini… Uyum, sabır, toplumsal uzlaşma dedikleri, hiçbir fikri temele dayanmayan, kudretini mantık selabetinden değil, taraftarlarının maddi kuvvetinden alan emirnamelerini koltuklarının altına sıkıştırıp, şahıslarında enkarne edebilecekleri yeni bünyeler aramaya çıkarlar. Seçim öncesi ziyadesiyle karıştırmak elzemdir zihinleri.
Siyaset adamı, gazeteci, köşe yazarı; biri zevcesi vasıtasıyla prototip yaratır, ikincisi başörtülülerin aleyhine olabilecek asılsız haberlerle moralleri tırmalar, üçüncüsü de başı kıçı bozuk müsveddelerle fitne çığırtkanlığı yapar. Başörtülü kadının yeri muhafazakar medya vasıtasıyla böyle belletilir muhataplarına. Güçlü bir ekip işidir entrika. Ve gün geçmez ki; istihbaratçı, casus, ergenekoncu, şucu bucu hikayeleriyle yeni bir ‚muhafazakar er‘ başörtülüler namına gündemi işgal etmesin.
Ali Bulaç bu zengin literatüre yeni katkılar sağladı; iyi saatte olsunlar, beşinci kolcular, casuslar ve yine kadim görevini ifa etti: kadın aleyhtarlığı. Biliyorum, yıldınız aynı konuları yeniden yeniden okumaktan lakin, bu bahtiyar kalem malum köşesinde kek tarifi verse, aynı gün cümle köşe yazarlarımız kek bir vaziyette mezkur tarifin muhteviyati üzerine uzun soluklu yazılar döşenir ve cümbür cemaat dikkatlerimiz zat-ı muhteremin güzide tarifinde perçinlenir. Hal böyleyken, Bulaç‘ın trampetleri memleketin dört bucağında çınlarken başka meselelere kilitlenmek, farklı konularla demlenip ayrı demliklerden süzülmek mümkün olmadı. Menüdeki Bulaç baharatlı temcit pilavından dolayı özür diliyorum.
Fa’tebiru ya ulil’ebsar!
Hazretin son bir haftadır yazdıklarını hepiniz biliyorsunuz… Dokuz yıldır özel olarak kendilerine tahsis edilen yerlerde (örneğin merdiven altlarında) sessizce baharın gelmesini bekleyen başörtülüler, bu bahar laf söz dinlememişler ve metruk kuytularından firar etmişler. Ancak sahipleri izin verdiği zaman tuveyçlerini açması gereken, ekzotik istisnalar arasından sayılması gereken bu nadir çiçeklerin isyanı çok kızdırmış bahçıvanları. Bu tabii afet karşısında şiddetli bir titremeyle sarsılan ve kendinden geçen baş kalem, döktürüvermiş sepetindekileri Zaman gazetesindeki salaşına. Derken, cezbeye tutulmuş ve frenleri tutmaz olmuş (gerçi, frenleri eskiden beri tutmazdı ama neyse). Kalemini kılıç yapmış, gazetesini kalkan. Öyle büyük bir öfke, kin, husumet var ki yazıda, burnunuza gelen kan ve çamur kokusu sonuna kadar okumanızı engelliyor.
Bu ne dasıtani bir şaşkınlıktır! Kime sallıyorsun o kılıcı?
Başörtüsü yasağı hala devam ediyor, farkında mısınız?
Kafasını önündeki soru kağıdına gömüp, iki yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınavda, bir yanlışın binlerce doğruyu süpürdüğü dünyada sağlam bir yer kapmak için seçenekler arası umut yarışına girenler, terleri kurumadan onları bekleyen yeni bir muharebe için teçhizat hazırlığına girişiyorlar iç dünyalarında: peruk mu taksam, şapka mı kullansam? Bir taraftan dokuz yıldır bu yasağın neden sonlandırılmadığı sorusuna cevap arıyorlar, diğer taraftan da bir zamanlar kendilerinden sandıkları muhafazakar kalemlerin uyguladığı psikolojik terörle hacamat edilen ruhlarını korumaya çalışıyorlar. Böyle bir didinmeden ruh sağlığınızı koruyarak ayrılabilir misiniz? Bu öyle ateşli bir muharebe ki, dışarıdan seyredenlerin dahi psikolojilerinin yara almaması imkansız. Vicdan sahibi bireylerin, bu çılgın cangılda mukaddesat kavgasına girenlerin verdikleri tavizlere karşı gayet musamahakar olması gerekiyor. Başını açana da, açmamak suretiyle tabii afetlere göğüs gerer gibi tehlikeleri kucaklayan ve önüne çizilen sınırların ötesini gösterip „oraya gideceğim“ diyenlere de saygılıyım.
Lakin aynı saygıyı, başörtülü başladığı seçim yarışını ‘siyaset için soyunurum’ mantığıyla yürüten pragmatist muhteremelere de, Ali Bulaç gibi teyakkuz izhar ederken itham, iftira ve dedikoduları metod edinen tecrübeli muhteremlere de gösterme niyetinde değilim.
Kim şaibelidir, kim Kur’an’ı tahrif etmiştir?
Başörtülü kadınların başlattığı ‘başörtülü aday yoksa oy da yok’ inisiyatifine destek verenler üzerinde şaibe uyandıran, Kur’an’ı tahrif ettiklerini öne sürecek kadar ileri giden Ali Bulaç beyin bu kıyıcı metodunu, -inisiyatife destek verenlerden biri olarak- bu satırların yazarı da kullanabilir.
Daha da ileri gidebilir ve kendisine oldukça netameli sorular yöneltebilir.
Örneğin şu sorularla başını ağırtabilir:
1) ABD Kongresi’nin desteklediği Ulusal Demokrasi Fonu (NED) ile kurulan, Avrupa’da komünizm sonrası piyasa ekonomisine geçişi savunan Helsinki Yurttaşlar Derneği Türkiye şubesi kurucu üyesi midir?
2) Genelkurmay Başkanlığı’nın andıç listesinde Soros’dan para alanlar listesinde Ali Bulaç’ın adı niçin geçiyor? Ali Bulaç Soros’dan para almış mıdır? Almamış ise niçin yalanlamamıştır?
3) Ali Bulaç’ın Arapça bilgisi ne seviyededir? Arapça’yı iyi bilen birinin meali neden çeviri yanlışlarıyla doludur?
Ve işte Ali Bulaç’ın mealiyle ilgili kafama takılanlar:
1) Araf 31 deki Zi’net kavramını Ziynet olarak çeviren Ali Bulaç, Nur 31 deki Zi’net kavramını neden “süsleri ve gizledikleri süsleri” olarak çevirir?
2) Ahzap 59 da orjinalinde bulunmayan “iffetli ve özgür tanınmaları için” ifadesini parantez içinde metne niçin dahil etme ihtiyacı hisseder? Ali Bulaç’ın parantezlerinin tamamını eleştirme imkanım yok. Bol parantezli bir meal var karşımda ama bu ayetteki parantez çok düşündürücüdür çünkü Ali Bulaç bu metinde başka bir faciaya imza atmış ve “bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır” şeklinde çevrilmesi gereken cümleyi “onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur” şeklinde çevirmiştir. İkisi arasında büyük anlam farkı vardır. Birinde müslüman olarak tanındıkları için eziyet görmemeleri önlenmeye çalışılırken, diğerinde müslüman olarak kendilerini göstermek suretiyle eziyete maruz kalmamaları salık veriliyor.
3) Çok eşliliğe mesned olarak gösterilen Nisa suresi 3’deki kelimelerle neden oynamıştır? Ayetin orjinalinde “eğer yetimlerin haklarını gözetemiyeceğinizden korkarsanız” denildiği halde Ali Bulaç neden ayeti “Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız” diye çevirmiş, yetinmemiş bir de “onlarla değil de” şeklinde bir paragraf daha açmıştır?
Bu örnekler artırılabilir ancak sadece kadınlarla ilgili ayetlerin çevirilerindeki hatalara odaklandım…
Muhafazakar erkek yazarların, siyaset erbabının ortak noktaları
Aslında bütün bunlar önemsiz. Bizi daha vahim meseleler ilgilendiriyor; örneğin bir kısım (istisnaları tenzih ediyorum) muhafazakar erkek yazarların ve siyaset erbabının başörtülü kadınlara duydukları antipatinin arka planı… Her biri bir Gülliver kompleksiyle kıvranan ve bir türlü kendisini ölçüye vuramayan bu yazılı basın bezirganlarının müşterek vasıflarına bakalım:
Yaşı kemale ermiş ama ağzı süt kokan delikanlılardan oluşurlar. Hazır fikir, çiğnenmiş ilim, formül haline konmuş ve ellerine tutuşturulmuş görüşler bulur; şahsi bir fikir, ciddi bir bilgi, orjinal bir düşünce edinme külfetinden kurtulurlar. Sathi nükteler, ötekinin berikinin aleyhinde çekiştirmeler yazılarının özünü teşkil eder. Durmadan yazmak, sadece yazmak, akıllarına geleni yazmak zorunda olduklarından fikrin yerine söze, his yerine cümleye başvururlar ama kurulamayan cümlelerle sapla samanı harman çorman eder, düştükleri çukura doğru okunan küfürlerden korunmak için yeni yalanlar üretirler. Her sabah memleketi pençesine alan ıstırapların derinliklerine inmeden önce kalplerini, beyinlerini –şayet varsa- bir tarafa bırakırlar. Nereye? Orası bilinmez. Öyle herşeyi ince eleyip sık dokumazlar. Üniversiteyi bitirir ve başkalarını tekrar ederler. Fi tarihinden beri kullanmaktan yorulmadıkları jargonlarına hep aynı sunilik hakimdir. Mukayese yapmaz, işlerine gelen fikirleri beğenip kendilerine mal ederler. Muhtaç olmayana herşeyi verir, ihtiyacı olana zırnık koklatmazlar. Her budalanın rağbet edeceği irfan anlayışlarına hitap etmeyenleri; modernist, feminist, sosyalist, jurnalci, jakobenci, liboş, ulusalcı, falan filan olmakla suçlar; bizzat kendi tuvaletlerinde garabetler göstermeye, dikkat çekmeye bayılırlar. Hafızaları sadakatini kaybetmiş, ruhları çok kullanılmaktan aşınan bir ayna gibi hiçbir suret aksettirmez olmuştur.
Kısaca menfaatperest ve sevimsizdirler. Hastadırlar belki… Nemi yapmak lazım? Acil şifalar dileyelim…