31 Mart seçiminde hem önemli ölçüde oy kaybeden hem de Ankara, İstanbul gibi en önemli iki ilde seçimi kaybeden Erdoğan ve AKP’si, bir yandan “Çamura yatarak” günü kurtarmaya çalışırken, öte yandan da muhalif belediyeleri kuşatarak adım atamaz hale getirecek bir stratejiyi de şimdiden devreye sokmuş bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “balkon konuşması”nda, “Az fark bulunan her yerde sonuçlara itiraz edin” direktifi doğrultusunda Ankara ve İstanbul başta olmak üzere pek çok seçim bölgesinde seçim sonuçlarına itiraz edildi.
OLANLAR BİR RASTLANTI DEĞİL STRATEJİ
Seçim gecesi Binali Yıldırım’ın, “Seçimi ben kazandım” dedikten sonra ortadan kaybolmasıyla, AKP cenahından başlayan seçim sonuçlarını tanımama tutumu, ilk bakışta basit bir “Çamura yatma” gibi görünse de bu, gerçeğin sadece bir yanıdır.
Son birkaç güne sığan gelişmeleri şöyle değerlendirebiliriz:
1- Yenilgiyi ‘hazmetme’ ve ‘mıntıka temizliği’: Hiç kuşkusuz Erdoğan, “balkon konuşması”ndaki söylediklerinden anlaşıldığına göre, bu süreci Erdoğan yönetimi, AKP taraftarlarının yenilgiyi “hazmetmesi” ama hazmederken de Erdoğan’a bağlılığına halel gelmeyecek biçimde olması için kullanmak istemektedir. Bunun için de asıl dikkat, “Seçimi biz kazandık ama oylarımız çalındı” iddiası üstüne çekilmektedir. Sürecin böyle kullanılmasının diğer bir amacının da kaybedilen belediyelerde evrak ve dijital veriler üstünden bir “mıntıka temizliği” olduğu iddia edilmektedir. Seçim sonuçları üstünden oluşturulan ortamın yakın amacı elbette ki, yukarda bertilen hedeflerdir. Bunu yaparken, seçim sonuçlarında kendi lehlerine değişiklik yapabilirlerse bu da elbette ki onlar için bulunmaz “bonus” olacaktır.
2- Hükümet-AKP iş birliği: Bütün bu sürecin, Binali Yıldırım’ın seçimi kaybettiği anlaşıldığında, sabaha doğru AKP İstanbul İl Başkanlığında, Binali Yıldırım’ın İçişleri Bakanı Soylu ve Teknoloji Bakanı Varank ile yaptığı toplantıda başladığına dair ciddi iddialar ve işaretler vardır. Bu da seçimi kazanan muhalif belediyeleri kuşatmayı esas alan ve önümüzdeki 5 yıl sürdürülecek bir AKP-Hükümet (devlet) stratejisinin devreye sokulması anlamına gelmektedir.
3- Muhalif belediyeleri çalıştırmama stratejisi: Kısacası oylar üstünden başlatılan kampanya, aslında Ankara ve İstanbul başta olmak üzere AKP’nin, muhalif belediyeleri çalıştırmama stratejisinin bir parçası olarak devreye sokulmuş görünmektedir. Bu stratejinin bir ayağı elbette ki, “tek adam” Erdoğan’ın, belediyelere merkezden verilen ödenekleri kesmek, öteki ayağını da yerellerde de belediye meclislerindeki AKP-MHP gücünü kullanarak, büyükşehir belediyelerini çalıştırmama oluşmaktadır. Nitekim, belediyelerin yapacağı ihalelerin belirli bir miktarın üstündekiler için hükümetten “olur” almasını gerektiren bir yasal düzenleme için çalışmalar yapıldığı da basına düşmüştür. Cumhurbaşkanının, “balkon konuşması”nda “Haydi yönetsinler de görelim” restinin beklenmeyen bir yenilgi karşısında söylenmiş bir tepki sözü olmadığı artık apaçıktır.
TEK SEÇENEK HALKA DAYANAN BİR BELEDİYECİLİK
Ankara ve İstanbul başta olmak üzere pek çok belediyede 25 yıldır AKP, bürokrasiden belediyedeki her kurumun başına kendi adamlarını getirerek tepeden tırnağa örgütlenmiş birer “dükalık”tır! Belediyeler birer AKP teşkilatı haline getirilmişlerdir. Hani, “partinin belediye, belediyenin parti”olması süreci en ileri biçimde AKP’nin uzun yıllardır örgütlendiği belediyelerde gerçekleştirilmiştir dersek yanlış olmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da açıkça ilan etmekten çekinmediği gibi AKP bu imkanı, kaybettiği belediyeleri çalıştırmayarak belediye yönetimleriyle, özellikle de büyükşehir belediye başkanlarıyla halkı karşı karşıya getirmek için kullanacaktır!
Böyle örgütlü bir güce karşı elbette seçilmiş belediye başkanlarının tek gerçek dayanağı halk olabilir.
Gerek belediye meclislerinin AKP-MHP çoğunluğu, gerekse Cumhurbaşkanından gelecek “ekonomik ambargo” karşısında tek dayanak bu güçlerin karşısına halkın gücünü çıkarabilecek bir yönetimin hayata geçirilmesidir.
KUŞATMAYI HALKLA BİRLEŞEREK KIRMA İHTİYACI
Bunun dayanakları ise;
-Geçmiş belediye yönetimlerini icraatlarının, belediyenin bütçesi ve imkanlarının kimler tarafından yağmalandığını (yağmalatıldığını) belgeleriyle açıklayan ve elbette ki kendi uygulamalarını da şeffaf bir biçimde halkla paylaşan,
-Belediyenin halk lehine yapmak istediği hizmetlerin gerek belediye meclislerindeki AKP-MHP çoğunluğu, gerekse merkezi hükümetin engellemeleri karşısında, halkı desteğe çağıran, yani engellemeleri halkla karşı karşıya getiren bir mücadele hattına yönelmesi, mevcut muhalif belediyelerin tek gerçekçi çıkış yoludur.
Bugün, halka hizmet etsin diye seçilen belediye yöneticileri, böyle bir belediyeciliği ne ölçüde yaparlar bu tartışmalıdır. Ama, halkın kendilerinden beklediği belediye hizmetlerini gerçekleştirebilmelerinin koşulu, belediye yönetiminin halkın gücünü dolaysız biçimde katacakları yol ve yöntemlerin hayata geçirilmesidir.
Bu, bugüne kadar yapılan “rantçı belediyecilik”in yönetim anlayışı olarak, “Bizi seçin biz onlardan daha iyi yönetiriz” anlayışının artık, “tek adam rejimi” karşısında dünkü kadar bile etkili olması beklenemez. Bunu, artık halkın önemli bir kesimi de görüyor.
Bu bir ideolojik tespit değildir. Tersine ortaya çıkan somut tablo budur ve eğer vaatlerini yerine getireceklerse, böyle bir mücadele sadece gerekli değil zorunludur da!