“En büyük adalet gerçektir.” (Hüseyin Deniz)
“Gerçek, akıldan bile güçlüdür.” (Sophokles)
Yazılarımı en büyük gerçeğin peşinde olmama veriniz lütfen ve bildiğiniz gerçekleri paylaşınız Allah için. Fikirlerin müsademesi, hakikat güneşini doğuracaktır. Ortaya çıkan hakikati ittihazda tereddüt etmem. Geçelim!
Öğrenci gençtir ve yaşadığı evre yaşamının en tantanalı, en görkemli, en özgür evresidir. Ve gençlik çağı; hayatın en güzel, en verimli çağıdır. Bir de yüksek düzeyde öğrenci iseniz, laf yoktur keyfine, lezzetine. Hayaller bin türlüdür, enerji tavandır, romantizm kesiftir. Aynı zamanda derinlerde tarifsiz bir endişe gizlidir. Çünkü her şey gençlik değildir. Hayatın bir de ilerisi vardır ve dağ gibi çöküverecektir üzerine. Aldanmaya meyyaldir gençlik. Gençlik daima hedeftir. Çünkü dünyanın yarınları gençliğindir ve istikbalin baharı gençliğin omuzlarındadır. Gençlik ham petrol gibidir. Bu yüzden karanlık ve mahir eller daima gençliğin üzerindedir. Toplum arasına süzülüp, işe yarayacak, iş çıkaracak gençler aranır sürekli. Genç adam! Biteviye ve fasılasız, teyakkuzda olmak zorundasın. Zira hayat senin!
Malum gençliğin öncü güç olmaya ya da aldatılarak öncü güç yapılmaya çalışıldığı derin operasyonlar zamanı zaman. Geçelim.
Kısa diyaloglarla yürüyelim!
-Oğlum bak!
-Dediklerimizi yaparsan, sana, Emir amcanın, Yılman dayının, Ertuğkul ağabeyinin fırsatlarını sunarız. Sen sadece başı çekeceksin. Olayı tetikleyeceksin. Seni harcamayız oğlum! Sen harcanacakları bul ve tahrik et. Devrim (darbe) uğrunda ölüm güzeldir oğlum! İlla birileri feda olacak değil mi?
-Ama biz kolektif bir iş yapmıyor muyuz önderim?
-Başlatma lan kolektifinden. Biz muktedir olacaz, sende bizi yazacaksın ve keyfine bakacaksın o kadar! Hadi işine bak!
-Bak, Ertuğkul ağabeyin nerelere geldi. Bak Emir amcana, trilyonlarla oynuyor. Bak Yılman dayına adam ahkâm kesiyor. Arkasında kim var gör! Ve diğerlerine bak. Bir elleri yağda bir elleri balda. Onlar bize sundu bizde onlara. Bu işlerde mütekabiliyet esastır oğlum!
-Ama sonuç pekte bizim lehimize olmuyor önderim!
-Hadi konuşma! Çık dışarı! İşe koyul.
-Ama önderim!
-Söyle yiğidim.
-Biz ölmek için mi doğduk?
-Hadi hadi, rahat ol, her şey güzel olacak!
Olay budur! Bir iki tane komprador oğlu (ama bu çok nadirdir ve zaten başına da hiçbir şey gelmez) ya da ağzı laf yapan orta sınıf elemanı uçuk vaatlerle tetiklenir. Onlarda kendi elemanlarını bulurlar. Ve bak oğlum devrim olacak ve devrim darbesiz olmaz, darbe olunca da bizimkinler hâkim olacak. Paylaşım olacak. Hayallerimizde yaşattığımız bütün güzellerin gerçeğine kavuşacağız (hangi darbede kavuşulduysa?). En güzel yerlerde bizler oturacağız (gerçekte oturanlar kim görüyoruz!). Herkes bize hizmet edecek (hadi çocuğum sen avun biraz, hizmet her zaman aynı yeredir, ömür sürdükçe!). Haydin toparlanın gidiyoruz (hadi uğurlar olsun müstakbel darbe şehidi!).
Bunların içinde komprador çocuğu göremezsiniz (görseniz de onlar asla meydanlara inmezler, genellikle uzaktan kumanda ile yönetirler kendi maiyetindekileri, ağabeylerinin talimatları istikametinde, es kaza yakalanırlarsa falan, güzelce ağırlanırlar ve postalanırlar). Tıpkı vatan savunmasında bir tek komprador zibidisini göremediğiniz gibi. Gariban Anadolu çocuklarının öldüğü gibi, bu durumlarda da hep ölenler gariban Anadolu çocuklarıdır. Yani ortam durulduktan sonra kaymağı yalayacak olan komprador ve çocuğu, çocukları. Ve en tepede ki karanlık adamlar, kolları çok uzaklara uzanan adamlar! Geçelim.
Söylersin:
-Ya başkanım!
-Senin oğlun servis yapacağına gelse bize yardımcı olsa olmaz mı?
-Ya oğlum; siz şimdi çalışın. O yarın nutuk çekecek, sizi savunacak!
-Siz, onun yapacağı işi kolay mı sanıyorsunuz? Sizin için yalan söyleyecek, rol yapacak, ona buna koşturacak. Kapital bulmak için kapı kapı dolaşacak.
-Ama biz ölüyoruz!
-Ya oğlum, elbet birileri ölecek, birileri kalanların hakkını savunacak ve sizleri de görkemli törenlerle, fiyakalı nutuklarla anacak, yani gönüllerde ebedileşeceksiniz nesiller boyu oğlum! Hem yaşatmak için ölmekten daha güzel ne olabilir? Devrim (darbe) yolunda ölmekten daha şerefli ne vardır ki!?
-Tamam, neyse. Biz ortak savaşım ve ortak yaşam için dövüşüyoruz diye düşünüyoruz da!
-Ha şöyle. Zaten öyle!
-Sen boş düşünceleri bırak! İşte böyle güzel güzel düşün!
-Hem biz düşünüyoruz ya, sen kendini lüzumsuz şeylerle meşgul etme! Sen bütün yoğunluğunu eylemlere, savaşa ver!
Hadi ver çocuğum kendi eylemlere. Ve diril eylemlerle! Ve geril sloganlarla! Ya sonsuzluğa uçacaksın, şehit olup(!) görkemli törenlerle, yaldızlı nutuklarla anılacaksın ki muhtemelen bunu hak edeceksindir. Ya da yarınlarda anılarını yazacaksın! Haso amcan, Emo ağabeyin yazdı ve götürdü paracıkları görmüyor musun? Yolunda namuslu olanlar ise hep kahpe kurşunlara hedef oldular ve yine bu kirli ve karanlık adamların nemalanmasına yol verdiler yokluklarında. Üstelikte bunlar tarafından katledildiler. ‘’Aynı adamlar, aynı çakallar hem öldürüyorlar hem de anıtı başında nutuk çekiyorlar. Bir ölüyü şana şerefe boğuyorlar ki, bir başkasının hayatını zehir etsinler.’’ Jean Pul Sartre. (İşte bizim hikâyemiz bu sözde gizlidir, güzel yüzlü genç kardeşim!)
Yine söylersin:
-Ümbit abla!
-Ne var yavrum?
-Sen de kızını falan göndersen de bizlerle meydanlara inse nasıl olur?
-Hadi evladım, ben çok meşgulüm, bak işlerim var!
-Ama Ümbit abla…
-Ya çık dışarı!
-Kusura bakmaaa…
-Yarın görüşürüz.
-Ben geldim abla.
-İyi ettin, hoş geldin.
-Ne vardı?
-Yarın görüşürüz demiştin ya!
-Ne görüşecektik yavrum?
-Senin kızında bizimle eylemlere katılacaktı ya!
-Bak yavrum! Onun işleri var. Hem el gün ne der? İşte bilmem nerenin, büyük bilmem ne kadınının, kızı sokaklarda eylem yapıyor demez mi?
-Çok güzel işte abla. Hem öğrenci arkadaşlar da memnun olurlar. Hem eylemimiz daha bir nesnellik kazanır.
-Hem sen demiyor muydun gençlik demek muhalefet demektir diye?
-Tamam, işte sizler yapıyorsunuz ya yavrum muhalefeti.
-Sizin kızınız da bize destek olsa!
-Hadi yavrum, sen git görevini iyi yap! Yarın benim kızım da sizin mücadelenizi daha üst yerlerde verecek! Bak ben hep sizler adına koşturuyorum!
-Ama…
-Hadi tamam artık, yeter yavrum. Herkesin işi gücü var!
Çocuğum sokaklar senin yerin. Oralar, önderlerinin, ablalarının, başkanlarının yerleri değil. Onları kokteyller bekler. Rainalar bekler. Lailalar bekler. En güzel koylar bekler. Yakışıklı toylar bekler. Hadi çocuğum! Annen-baban senin ders çalıştığını düşünüyordur, şimdi en güzel düşlerinde. Ama sen sokaklara koş çocuğum. Devrimin (darbenin) yollarına düş çocuğum. Şarkılarla, şiirlerle, sloganlarla coş çocuğum! Ama ne hazin ki; bunların hepside boş çocuğum! Sen en iyisi mi, kendi iradenle tayin ettiğin kaderinin izinde koş çocuğum. İşte hayat o zaman hoş çocuğum.
Bir çağrı daha!
-Aslan amca!
-Buyur yiğidim!
-Senin oğlanı göndersen de, bizlere katılsa da, halkımızın davasını el ele savunsak nasıl olur?
-Oğlum onun tahmin edemeyeceğin kadar işleri var. O da şehirde savunur! Hem onun işi daha zor. Sen tek rolle işini yapıyorsun. Oysa o, bin türlü kılığa bürünmek zorunda. Sen vurulursan şehitsin ve sonsuzluğa uçacaksın! Daima görkemli törenlerle anılacaksın! Vurursan kahramansın! Baş üstünde olacaksın!
-Ama Ahmet amca!
-Kes artık feodal kalıntılı herif. Hadi git işine! Bilmediğin şeylere burnunu sokma.
-Tamam oğlum, gücenme tamam.
-Oğlum kusura bakma, kalbini kırmak istemem ama sende dedik tut!
-Tutacam da amca, hani diyorum ki; halkımızın davasını kolektif olarak versek!
-Tamam, hadi şimdi git bunları sonra konuşuruz.
Olay budur ey genç! Savaşları, darbeleri, eylemleri siyonistlerin uşakları olan kompradorlar ve onların ilk elden mutemet elamanları tetiklerler, gariban gençler, aldatılmış insanlar ölürler. Kompradorlar yer, zavallılar sürünür. Onlar yüksek mevkilerde, görkemli kokteyllerde güzeldir! Sende ya sokaklarda ya dağlarda güzelsindir! Gerisi laf-ı güzaftır. Sen sahte aslanlığınla övünürsün. Onlar da tilkilikleriyle kümesleri soyarak keyiflenirler. Hadi aldanmaya zavallı gençlik! Koş görev seni bekliyor! Haydi, durma, coş, ölüm seni bekliyor! Zaten görev hep senindir ve sensindir daima ölen!
Hey gidi hey!
ÖNEMLİ TEFERRUATLAR:
BİR:
Diyorlar ki; Tarih sınıf savaşımları tarihidir. Hayır, yüz bin kere hayır. İyilerle kötülerin mücadele sürecinden ibarettir tarih. Kapitalistle proletarya uzlaşmaz karşıtlarmış! Hayata bakalım doğru mu? Eylemler var mı? Var. Oyuncular kim? Proletarya diktatörlüğünün öncü gücü olarak görülen gençlik. Peki destek çıkanlar kim? Güya savaştıkları burjuvazi! Hani sınıf savaşı? Hani uzlaşmaz karşıtlık? Ki, “Ekonomi-Politik’’ isimli eser hep bundan dem vurur. Ama güzelim teorileri mahveder hep pis gerçekler. Hayatın hakikatleri, hiçbir zaman kitabın hakikatlerine uymaz. Nice emekçi var patronla beraber, nice patron var emekçi ile beraber. Peki, sınıf savaşı varsa niçin emekçiler patronla bir olurlar? Bir işçi düşünün ki, kendisinin haklarını savunduğunu iddia ettiği işçi kardeşlerinin, yani proletaryanın, saflarına iştirakten imtina ediyor. Nasıl iştir bu? Ve bir patron düşünün ki, kendisine karşı savaşan, kendisiyle uzlaşmayacak kadar kendisine muhalif olan çalıştırdığı işçisiyle, yani proletarya ile aynı saflarda yer alıyor? Hayır, dostlarım bu iyi yazılmış bir senaryodan başka şey değil. Tam bir göz boyama.
Oysa tarih; iyilerle kötülerin mücadele tarihidir. Bir yanda kadim toplumsal ve insani değerleri savunanlar, diğer yanda kadim insani ve toplumsal değerleri yıkmaya çalışanlar vardır. Gerisi hikâyedir. Ortak düşman dindir. Kapitalistin de, komünistin de ortak düşmanı dindir, son tahlilde. Ve bu düşmana karşı tarihin bütün süreçlerinde ittifak edilmiştir. Ve bu yüzden ortak değerleri savunan işçiyle patron bir araya gelmekte, ortak değerlere düşman olan işçiyle patron aynı saflarda buluşabilmektedir. Bunlara faşizmi de ekleyebilirsiniz, liberalizmi de, hatta bütün izm’leri ekleyebilirsiniz. Sokak eylemcilerinin genel karakteristiği nedir? Din muarızı olmak. Onlara arka çıkan kapitalistlerin (medya-TÜSİAD vb.) genel karakteristikleri nedir? Din muarızı olmak. Hayır, yani arkadaşım yalansam söyleyin: sokaklarda taş atan, yumurta atan, molotof atan gençlik hangi düşüncenin peşindedir? Komünizm.
Peki, medya kimdir? TÜSİAD kimdir? Komünist teorisyenlerin kapitalist burjuvazi olarak adlandırdıkları gruplardır. Ve bunlar güya uzlaşmaz karşıtlardır. Ayrı sınıfların üyesidirler. Ve komünist genç, sınıf savaşının en önemli figürüdür. Peki, nasıl oluyor da, bizim komünist gençle, en amansız düşmanı olan kapitalist medyamız, TÜSİAD’ımız ittifak olabiliyorlar Allah aşkına? Yoksa bizim kapitalistler, komünizm hâkim olursa mülklerinin toplumsallaşacağından endişe duymuyorlar mı? Zira bu destek manidardır. Ama bu uzlaşmaz karşıtlık bir kurmacadan ibarettir. Yalandır. Maksat nedir? Proletaryayı sınıf savaşımının öncüsü olarak gösterip, insanlara şirin olarak lanse etmek ve üretenlerin, çalışanların haklarını savunduğu varsayımıyla, insanların proletaryanın saflarına iltihakını sağlamaktır. İki tarafında tek düşmanı vardır: İslam. Kendilerinin önlerinde yegâne engel olarak gördükleri Müslümanları ezmek, sindirmek, değerlerini imha etmek ve varlıklarına son vermek en ileri emelleridir bunların. Bilakis tutarlı olacaksın arkadaş. Gerçi ne zaman tutarlı olunmuş ki? Büyük sosyolog, haysiyetli fikir devi Ali Şeriati üstadın “Öze Dönüş” isimli eserini okursanız orada görürsünüz, dünya komünistleri hakkındaki ifadelerini. Keza bizim ülkemizde ki, sosyal demokrat olduklarını söyleyen ve hatta bazen Marksizm’den inciler döktüren bazı efendilerin sürekli zenginlerin saflarında yer alması ve devr-i iktidarlarında sürekli onlarla iş pişirmeleri ve onları zengin edecek yollar açmaları acaba hangi uzlaşmaz karşıtlığın eseridir? Ya da yoksulların bu efendilerin muhaliflerine yol vermeleri, oy vermeleri nasıl izah edilebilir? Sadece AKLETMEK gerekiyor sevgili dostlarım. Gerçek güzeldir ama çok acıdır ve acıtır. Komünistsen bile gerçekten tutarlı olacaksın. Bilakis kimse aptal değil. Tutarlı ol, dürüst dövüş can ye. Savaştıklarınla aynı kulvarda asla yürüme ve görünme yoldaş! O zaman sana eyvallah çekmeyen namerttir.
O zaman yapılması gereken nedir? İnsanlığın ortak değerleri temeli üzerinde yükselecek adalet düzeni adına bütün (kara-kızıl-yeşil) vahşi kapitalistlerle savaşmak.
İKİ:
Kapitalizm zaten insanın fıtratında vardır. “İnsan çok cimridir” (İsra, 100) ayeti boşuna mıdır? İnsan var. Doğa var. Ve insan, doğa-tabiat-yeryüzü üzerinde yaşar. İnsan alıcıdır, doğa vericidir. İnsan üretmeden yaşayamaz. Üretmesi için doğaya muhtaçtır. Ama doğa ortaktır ve kazanılan paylaşılmalıdır. İnsan cimri olursa yani kapitalistleşirse, yani herkes gücü yettiğince alırsa düzen bozulur. Bu yüzden doğadan aldıklarını hem paylaşmalı hem de geri vermelidir. Yani hem kardeşleriyle paylaşmalıdır hem de doğanın verimliliği ve varlığının idamesi için kullanmalıdır. Ve bu İslam’da vardır. Yani kapitalizm denilen şeyin panzehiri komünizm değil İslam’dır. Şeytan Âdem ile Havva’yı neye davet etmişti? Çıplaklığa ve bilinçsizliğe. Peki, bu nereye davettir gerçekte? Şeytan Kabil’i cimriliğe davet etmişti yani kapitalizme yani paylaşmamaya. Şeytan ilk evvelde ise, ırkçılık yapmıştı yani faşizme kapı açmıştı. Yani üstünlük taslamıştı. Ve cezalandırılmıştı. Kimse sözü eğip bükmesin. Lafı dolandırmasın. Felsefecilik oynamasın. Kelimeleri karıştırmasın ve gerçeğin üzerine şal örtmesin.
Yani dünyayı zevahirde düşman, batında dost baronlar yönetiyor. İnsanın muhtelif yönleri var. İnsanı parçalıyorlar. Her parçaya uygun ideolojiyi üretiyorlar. Ve başlıyorlar insan kalıpları basmaya. Komünist-kapitalist-faşist baronlar yönetiyorlar dünyayı. Ve hepsinin ortak özelliği, İslam düşmanlığıdır. Her birine verilmiş görev var ve herkes rolünü oynuyor. İnsanlarda inanıyorlar. Kendine bütün doğallığıyla tebessüm edene (İslam’a) değilde, abus çehreleriyle sırıtanların (kapitalizm-komünizm-faşizm) yanına koşuyor. “İnsan çok zalim, cahil ve nankördür.” (Allah)
Bu yüzden insanın üretme yetisi değil tüketme hırsı dizginlenmelidir. Kapitalizm bol üretmek değil, ürettiğini yığmak, saklamaktır yani paylaşmamaktır. Ayrıca kapitalizm bir varlık değildir, bir sıfattır. Yani cimri kişi için üretilmiş bir ideolojidir. Üstelik kapitalist, üreten değildir. Ürettiğini paylaşmayandır. Paraya tapandır. Bu yüzden üretmese bile, üretim aracına sahip olmasa bile zihninde paraya tapan, her şey para içindir diyen, parayı her şeyden üstün tutan kesinlikle kapitalisttir. Burada da insan yanıltılmaktadır. Üretim araçlarına sahip olanlar kapitalisttir sadece diyerek. Oysa bu paradokstur. Üretim araçlarına sahip olmayanların kapitalist olamayacağı ifade edilmektedir. Ama bu oyundur. Çünkü üretim araçlarına sahip olmayanları bir safta toplamak için bu cambazlık yapılmalıdır. Oysa bu çok zordur. Bugün ne işçiler vardır, kapitalistten daha kapitalisttir. Siz bu işçiyi saflarınıza nasıl katacaksınız? Dediğimiz gibi kapitalizm bir varlık değil sıfattır ve o sıfatı hak eden herkes kapitalisttir. Sadece AKLETMEK gerekiyor.
Önemli olan nefisleri eğitmektir. Bilakis her şey beyhudedir. Aksi, olacak olan olur. Renksizlik olur. Zevksizlik olur. Tek tipçilik olur. Zorla güzellik olmaz. Hz. Ebu Bekir’e malını kimse zorla dağıttırmadı. Kendi isteğiyle dağıttı. Çünkü insandı. İman etmişti. Ve imanı bilinçli bir imandı. Ne yapması gerektiğini biliyordu. İnsanların nefislerini eğitmeden asla sağlıklı bir toplum oluşturamazsınız. Siz abdestli kapitalistleri çok kolay alt edersiniz ama gerçeğe teslim olursanız. Bilakis kaybediş hep kader olacaktır.
ÜÇ:
Aslında, demokrasi de, kapitalizm de, liberalizm de, faşizm de, komünizm de hikâye. Hepsi şeytanın-siyonizmin tuzakları-silahları-yemleri. Birinden kaçarsınız diğerine demir atmanız için. Yeter ki, İslam denizine yelken açmayın. Birine takılmayan diğerine mutlaka takılacaktır ve ağa yakalanacaktır, tuzağa düşecek ve yem olacaktır. Kendi seçimini yaptığını düşünecektir ama belirlenen tercihleri yaptığının farkına bile varmayacaktır. Şeytan bunu çok iyi biliyor. Özde, hepsi aynı ama isimler farklı. Bir de muhtevalar farklı gibi gözüküyor. Ayrıca birbirleriyle mücadele içerisindeymiş görüntüsü verilmiştir. Maksat aldanış kolay olsun. Zira hepside maddi yöne hitap eder. Felsefi olarak materyalizme-yani maddeci telakkiye dayanır. Yalan mı?
Normalde, şeytan güce-paraya tapar. Cimridir. Paylaşmaktan kesinlikle hazzetmez. Para her şeyi halleder düşüncesindedir. Bu yöne meyilli olanlar için kapitalizm tuzağını kurmuş. İnsanın fıtratında da cimrilik özelliği vardır. Zaten kapitalizm de cimriliktir. İnsanın fıtratındaki cimriliğin adını kapitalizm koymuşlar. Ama insanın fıtratına cimriliği koyan Allah cömertliği de koymuş. Yani tabir caizse anti-kapitalizmi. Bunlar birer duygudur. İyi yönde de kullanabilirsin kötü yönde de. Kapitalizmde cimriliğin kötü yönde kullanılmasının adıdır. İnsan namusunda cimri olmalıdır. Sevgisinde ve kazanımını paylaşmakta cömert olması gerektiği gibi.
Şeytan ırkçıdır. Kendini üstün addeder. Herkesin kendisine tabi olmasını ister. Her şeyin merkezi olarak görür kendini. İyi odur. Doğru odur. Herkesin kendi gösterdiği istikamete gitmesi içinde, fıtratında bu duyguları canlandıran kişiler için faşizm tuzağını hazırlamıştır. Tağutlar ırkçıdır mesela. Zaten kendini beğenme fıtratta vardır. Ve fıtrata bu duyguyu koyan Allah kardeşlik duygusunu da koymuştur. Yani tabir caizse anti-faşizmi. Ve faşizm kendini üstün görme hastalığıdır. İnsanın fıtratında kendini üstün görme gibi duygular varsa da kardeşlik gibi güzel duygularda vardır. İnsan kendini üstün görme duygusunu hayır yolunda yarış adına kullanabilir mesela. Tıpkı şeytana karşı savaşmada kardeşlik duygusunu kullanması gerektiği gibi.
Şeytan sınır tanımaz, her şeyde sınırsız hareket etmek ister. Zamana ve mekâna takılmaz ve duygularını düşüncelerini tahdit etmez. İnsanın fıtratında da bunun olduğunu bilir. Ve buna meyilli olanlara da liberalizm tuzağını kurmuştur. Liberalizmde, zaten, güya sınırsız hareket alanı yaratmak değil midir? İnsanın fıtratında kayıtsızca yaşamak gibi bir duygu vardır ama insan yaratılmış bir kul olduğu bilinciyle hareket etmek zorundadır. Ve zaten Allah da “benim tayin ettiğim hudutlar dâhilinde özgürce yaşayın” dememiş midir? İnsanın fıtratına sınırsız olma duygusunu koyan Allah meşru daire duygusunu da koymuştur. Yani tabir caizse anti-liberalizmi. Ki, zaten birini koyup diğerini koymaması Allah’ın adaletine sığmaz. Bu bütün hepsi için geçerlidir. İnsan, duygu ve düşünce zıtlıklarıyla malul ve müteşekkil çelişki dolu bir varlıktır. Büyüklük bu çelişkiler içinde istikameti bulabilmek ve kaderini Allah bilinciyle çizebilmektir. Ki bunları koysun ki kul özgürce seçimini yapabilsin ve imtihan yerini bulsun. İnsan sınırsız özgürlüğünü ilim arama yolunda kullanabilir. Tıpkı meşru daireyi evlilikte kullanması gerektiği gibi.
Şeytan zorbalığı sevdiğinden ve herkesi istediği gibi kıvama sokup tek tip görüntü oluşturmak istediğinden, güce taptığından, herkesi kendisine hizmetkâr kılmak istediğinden -insanları çalıştırıp ürünü tekeline almak istediğinden- kendisinin varlığını tehdit eden değerlerden hazzetmediğinden ve yine bu duygu fıtratlarda bulunduğundan bu yöne meyilli olanlar içinde komünizm tuzağını hazırlamıştır. İnsanın fıtratında güce tapıcılık ve hâkimiyet kurma gibi duyguları bulunduran Allah, insanın fıtratında boyun eğme ve acizlik gibi duyguları da bulundurmuştur. Yani, tabir caizse anti-komünizmi. Ve ancak kendine boyun eğilmesini, kendi önünde secdeye kapanılmasını ve kendinden yardım talep edilmesini emretmiştir. İnsan güç arzusunu, hâkimiyet arzusunu kâfirlere karşı kullanabilir. Kâfirlere, münafıklara hükmederek, onları kendi gücüne, dolayısıyla Allah’ın gücüne boyun eğdirerek, insanlığı huzura kavuşturabilir, yeryüzünde adaleti ikame edebilir. Tıpkı güce boyun eğme yönünü Allah huzurunda secdeye kapanarak yerine getirmesi gerektiği gibi.
Yine şeytan karışıklığı sevdiği için, şiddete temayülü olduğu için, çoğunluğun kendi izinden gideceğini bildiği için, hakikatin hep azınlıkta kalacağını bildiği için ve bu yüzden hakikati tartışmaya açmak ve oylamaya sunmak istediği için, çoğunluğun kararlarını doğru ve isabetli göstermeye çabalar. Bu insanın fıtratında da vardır. Bu yöne meyilli olanlar içinde demokrasi denilen melun tuzağı kurmuştur. İnsanın fıtratında çoğunluğun izinden gitme duygusu bulunduğu gibi, azınlığın temsil ettiği hakikatin peşinden gitme duygusu da vardır. Yani tabir caizse anti-demokrasi. Allah bunun için kullarına istişare etmelerini emretmiştir. Yani Şurâ’ya uymalarını. Ve Allah kendi buyruklarını (hâşâ) tartışmaya açmaz ve açtırmaz. Bu insanın haddi değildir. Bu düpedüz şirktir. Yapan da müşriktir. Zira hakikat kalabalıklarda kaybolacaktır. İsabetli karar vermek zorlaşacaktır ki, şeytanında istediği tam da budur. Hakikat ortamında hizmet düşüncesi hâkimken, çoğunluk ortamında çıkar düşüncesi hâkimdir. İnsanlar, çoğunluk duygusunu hep birlikte şirke-müşriklere karşı mücadele ikliminde kullanarak tatmin edebilirler. Tıpkı hakikate ulaşmada azınlığın düşüncelerine uyması gerektiği gibi. Demokrasi, Allah’ın buyruklarının, çoğunluğun onayına sunulduğu müptezel zihniyetin ve pespaye rejimin adıdır.
Hülasa, bütün düşüncelerin kökü fıtrattaki duygulara dayanmaktadır. Dolayısıyla çözümde kök üzerinden teşhis ve tedavilere yönelmektedir. Zira bu duyguların olduğu fıtratta, karşıtları da mevcuttur. Cimriliğe karşı cömertlik, üstünlüğe karşı eşitlik (kul), sınırsız özgürlüğe karşı helal dairesi ve tayin edilmiş özgürlük dairesi, tek tipliliğe karşı farklılık, çoğunluğa karşı ilim ehlinden müteşekkil Şura heyeti. Bizim yapacağımız şey, öyle afra tafra yapmak değil. Olabildiğince basit, sade, net olmak. Asla belirsizleştirmemek ve karmaşıklaştırmamak. Çözmek, ahenkli hale getirmek, berraklaştırmak. Zira bu dünya sonsuz değil, bizde ölümsüzler değiliz. Öyleyse, haddimizi ve hududumuzu bilmeliyiz. Edepli, erdemli olmalıyız.
Önemli olan, fıtratta münderiç olan bu duyguları ıslah etmek-iyi yönde kullanmak. Bilakis yok etmek imkânsız. Mezkûr bütün düşüncelerde (kapitalizm-liberalizm-faşizm-komünizm-demokrasi vb.), duyguları-düşünceleri ve nesneleri olumsuz yönde kullanmanın adıdırlar. Evet, basittir ve güçlüdür bu tür düşünceler, dünya bağlamında. Bu düşüncelerin hepsi de fıtratın bozulmasının sonucudur. Kapitalizm, cömertliğin yerini cimriliğin almasıdır. Faşizm, kardeşliğin yerini üstünlüğün almasıdır. Liberalizm, meşru dairenin yerini ahlaksızlığın almasıdır. Komünizm, boyun eğmenin yerini boyun eğdirmeye çalışmanın almasıdır. Demokrasi, şuranın yerini kalabalığın düşüncesinin almasıdır. İnsan bir gün bunları kusacaktır. Paranın yenmeyecek bir şey olduğunu, maddenin sonsuz olmadığını anladığı gün. Paraya tapmanın insanı alçalttığını ve maddenin yaratılmış ve yoklukla malul olduğunu fark ettiği gün. Zira bu uğurda her şeyini kaybettiğini sarih olarak görecektir. Dileyelim iş işten geçmesin. Firavun da olduğu gibi.
Bu paradigmaların hepsi, teoride kesinlikle zıt gibi görünse de pratikte asla ayrılık taşımazlar. Hepsinde de hedef, insanı yoldan çıkarıp sapıtarak tutsak etmektir. Zira SIRAT-I MÜSTAKİM’de yürüyene hükmetmek imkânsızdır. Zira İslam gibi korkulacak büyüklükte ve derinlikte bir düşmanları vardır. İnanıyorum ki, maksat sarih olarak anlaşılmıştır. Geçelim?
İslam, berrak, temiz, sağlıklı su gibidir. Şifa deposudur.
İdeolojiler, bulanık, kirli, sağlıksız su gibidir. Zehir deposudur.
Allah bizleri sonu ‘’izm’’ ile biten teorilerin, sonu ‘’ist’’ ile biten takipçileri olmaktan emin eylesin. Âmin.
İslam saflarında da en güçlü şekilde savaşım verebiliriz, bütün vahşi kapitalistlere karşı.
“Yol kesenler, Kur’an okuyup öğrenince, yol gösterici oldular” (Muhammed İkbal)
‘’Yol göstericiler, ideolojileri okuyup öğrenince, yol kesen oldular.’’ (Hüseyin Deniz)
HAYAT-KİTAP:
Her şey kitaplardaki gibi olmuyor. Kitaplarda her şey güzeldir, can alıcıdır, cezp edicidir ama hayatta çok farklıdır aynı şeyler. Çirkindir, tehlikelidir, kötüdür. Yani bizler kitap sayfalarında yaşamıyoruz ki, beyim. Hayatın tam ortasında yaşıyoruz. Bu yüzden bize, kitaplarda anlatılanlar değil, hayatta yaşanalar lazımdır. Zira kaderimizi kitapta anlatılanlar değil hayatta yaşanlar tayin etmektedir. Misal, kaderimizi kitaplarda anlatılan ideolojiler değil, o ideolojilerin hayattaki yaşayıcıları, taşıyıcıları tayin etmektedirler. Bir ideolojiyi, kitaplar, öyle süslü, cazip, can alıcı, muhteşem anlatır ki, dayanamazsınız, her şeyinizi adayasınız gelir. Fakat bir de o ideolojinin özneleri tarafından nasıl yaşandığını gördüğünüzde kusarsınız. Hiçbir şeyin kitaplardaki gibi olmadığını anlarsınız. Bu yüzden siz siz olun asla kitaplarda, dizilerde, filmlerde anlatılanlara inanmayın, aldanmayın. Hayata bakın. En güzel ve net cevap oradadır.
Son tahlilde, hayatın hakikatlerini hiçbir şey yalanlayamaz.
“Ben, terörün ve bozgunculuğun babasıyım, ben şeytanım, gözleri perdelerim, kalplerin kararmasına çalışırım, kulakları tıkarım, insanı parçalarım ve her parçasına hükmedecek şekilde yemler hazırlarım. İnsanlar, benim hükmettiğim denizde yüzen balıklar gibidirler. Bir tez yaratırken aynı zamanda bir de anti-tez yaratırım ve sentez yine ben olurum. Bütün ideolojik silahlar benim elimin ürünüdür. Kıyamete kadar müsaadem vardır. Bu izin bana, benim de sizin de sahibiniz olan Yüce Allah tarafından verilmiştir. Ama ben sizleri ona karşı savaştıracağım. Ve dünyanın yegâne efendisi olacağım.” İmza: Siyonist Yahudi (Hüseyin Deniz)
“Ben sizi, sizin yüreğinize şırıngaladığım korkularla idare ederim. Aslında bir hiçim. Ama siz bunu anlayamayacak kadar damarlarınıza zerk ettiğim korkunun tutsağı oldunuz. Körleştiniz, sağırlaştınız, hissizleştiniz. Erdemlerinizi kaybettiniz. Şehvetinize uydunuz. Nefsinizin kölesi oldunuz. Korku, beni, size her şey olarak gösterdi. Yığılıp kaldınız, uyuştunuz, hipnotize oldunuz. Korku sizi uyuttu.” İmza: Siyonist Yahudi (Hüseyin Deniz)