Dünya üzerinde yaşayan insanlar din, dil, kültür, coğrafya, sınıf ve medeniyet bakımından çeşitli isimlerle tanımlanır. Bedevi-lik insan tanımlamalarından biridir. Özellikle de Kur’an- ı Kerim gibi evrensel ve her zaman geçerli olacak ilahi metinlerde yer alması ile önemli kavramlardan biri haline gelmiştir. Kur’an- ı Kerim’de insanların ait oldukları dini inanç grupları ifade edilirken kullanılan mü’min, müslüman, münafık, fasık, kafir, yahudi, putperest, tağut, hıristiyan, mecusi gibi kavramların yanına bedevi gibi çok farklı bir tanımlama yapılmıştır. İlk ve tek olarak insanların zihninde coğrafik- sosyolojik temelde ama tavır olarak geneli de kapsayan bir inanç tavrından söz edildiğini görmekteyiz. Bu yönüyle diğer tüm isimlendirmelerden farklıdır. Bedevilik olgusu Arap yarımadasındaki toplumsal çerçevesinde sınırlamak anlam dilini köreltmek ve ayetleri tarihsel sınır içerisine mahkûm etmek sonucunu doğuracaktır. Bu yazımızda bedevilik kavramının tarihsel, kültürel ve sosyolojik kökenini, gelecek yazıda ise Kur’an- ı Kerim ve hadislerde geçen bedevilik tanımlamasını irdelemeye ve anlamaya çalışacağız.
Tarihte Bedeviler
“Bedevîlik: Sözlük anlamı zahir olmak, ortaya çıkmak, görünmek olan bedevilik İbn Hal¬dun’un nazariyesinde bir başkasına göre önce çıkan, başlayan (hedavetü’ş-şey) iptida, iptida¬ilik; buna bağlı olarak çölde oturan, çadırlar¬da yaşayan, kırda, arazide olan ve yerleşik ha¬yata geçmeyen insanların genel hayatı tarzı de¬mektir. Arap yarımadasında topluluklar bedeviler ve yerleşik durumdaki şehirliler olan hadariler olmak üzere ikiye ayrılıyordu.”2 “Arap” kelimesi, bir ırkın ismi olmakla birlikte, bu ırkın şehirde yaşayanları için kullanılmakta; çölde yaşayanlara ise A’rabî (Bedevi) denmektedir. A’rabî yani bedevi, şehirde yaşamayan dolayısıyla şehir kültürü, davranış kalıpları ve yaşam tarzından uzak insanları tanımlamaktadır. Bedeviler denildiğinde akla özellikle Arab Yarımadası, Büyük Sahra ve Sudan olmak üzere Ortadoğu ve Afrika çöllerinin Arapça konuşan göçebe halkları gelmektedir. Bedeviler, bulundukları bölgelerde toplam nüfusun küçük bir kesimini oluşturmakla birlikte, toprağın büyük bölümünün kullanımını ellerinde tutarlar. Büyük çoğunluğu çobandır; yağmurlu kış mevsiminde çöle göç eder, kurak yaz aylarında ekili topraklara geri dönerler. Kendilerini yüksek sınıftan sayan Bedeviler, tarımı ve başka el emeğini geleneksel olarak küçümsemekle beraber çoğunlukla hayvancılıkla geçinirler. Şu anda çoğunlukla yerleşik hayata geçmiş bulunmakta ve ticaret ağırlıklı mesleklerle uğraşmaktadırlar. “asabiyet” neticesinde kabile yada aşiret kutsal kabul ediliyor ve zaten yaşam şartlarının oldukça zor olduğu Arap çöllerinde yaşam hakkı sağlanabiliyordu, bu nedenle aileyi yada kabileyi savunmak kutsal bir görev olarak algılanıyordu. İslam öncesinde atalar kültürü çerçevesinde oluşan putperest bir inanç kültürü vardı. Kendi aralarında silah- kılıç gücüne bağlı olarak kurulan egemenlik mücadelesi vardı. Kan bağına dayalı ve vaha- ticaret gibi hâkimiyet alanlarını korunmasını hedefleyerek yaşayan topluluklardı. Yönetim olarak kabile reisinin etkisi olsa da asıl olarak kabile meclisinin aldığı kararlar öncelik taşır. Kadınlar yerleşik kültürde bulunanlara göre üretimde ve söz sahibi olmakta daha etkindirler. Günlük yaşamlarında hayvan beslemek, tarım, avcılık ve baskın yapmak olağan durumlardandır. Derin yoksulluk ve yoksunluk genel anlamda savaşlar, özel anlamda kız çocuklarının öldürülmesine kadar giden bir davranış yapısı oluşturmuştur.
İbn Haldun’a göre Bedevilik
Bedevilerin tarih ve medeniyet düzlemindeki yerini ilk ele alan İbn Haldun olmuştur. İbn Haldun’a göre, bedeviliğin temelini oluşturan göçebelik insanların aynı şehir hayatı gibi yaşamak zorunda olduğu bir evreyi kapsar. Göçebelik şehirlilik hayatından öncedir. Özellikle insanlar yaşamsal bir önem arz eden tarım ve hayvancılık ancak böylesi bir yaşam ile mümkün olabilir. Bugün şehir olarak karşımıza çıkan yerler bedevilerin inşa ettiği köylerden oluşur. Bütün toplumların ilk evresi bedevîliktir. Bedevilerin çoğu göçebe olmakla birlikte, yerleşik düzene geçmiş ama uygarlık düzeyleri itibariyle bedevî olan topluluklar vardır. Bedevilerin devlet kurması ya da bir devleti ele geçirmesi, ister istemez onlar için bir şehirleşme, başka deyişle hazerîleşme süreci getirmektedir. Bu durumda bolluk ve refaha, zevk ve sefaya dalmak kanundur (MI. s. 449-51). Bedevilerin tarihsel dönüştürücü rolleri vardır. Çevreden merkeze bir akış vardır. Mağlup olan göçebe-bedevi kavimler galiplere benzemeye çalışır. Yine devlet kuran ya da zapteden bedevîlerin nasıl hazerîlikte, yani uygarlıkta daha ileri olan ve egemenlikleri altına aldıkları kavimlerin kültür ve yaşama tarzlarını benimsediklerini, örneğin Arapların Fars ve Doğu Romalıları taklid ettiklerini anlatır (MI, s. 462-8). Bedeviyetten uzaklaştığı ölçüde asabiyyeti yerinde olan bedevî toplulukların saldırılarına dayanabilme gücünü yitirmektedir. Bedeviler ile şehirlileri karşılaştıran İbn Haldun aralarında yaşam imkânları ve ortamlarının onların kişiliklerini nasıl etkilediğini yazar. “Göçebelerin şehirlilere nispetle daha şecaatlidirler. Bunun sebebi şehirlilerin rahat döşeklerine yan gelmiş, nimetler ve bolluklar içine dalmış, mal ve canlarını korumayı, kendilerini idare ve memlekete hükmetmekte olan vali ve hâkimlerle bekçilere bırakmış olmaları ve kendilerini her taraftan çeviren kale duvarları içine sığınarak nefislerini güven içinde saymış olmalarıdır… Göçebelere gelince, onlar topluluklardan ayrılarak tenha mahallere çekilip kendi başlarına çöllerde, uzakta yaşadıkları ve sığınacak surları ve kaleleri bulunmadığı için kendilerini, aile ve mallarını korumaya mecburdurlar, onlar saldıranlara karşı korunma hususunda kendilerinden başka kimseye güvenmezler. (MI, 314- 315)
Medeniyet olgusu şehirli bir süreç olarak sınırlanır, İbn Haldun bedevilerin insanlığın ideal iyilik ruhuna daha yakın olduklarına dikkat çeker. “Göçebelerin şehir ahalisine nispetle hayır ve iyiliği kabule daha yakın bir halde olduğuna dair. Bunun sebebi şudur: nefis ilk yaradılışındaki hulk ve tabiatı üzere bulunduğu çağında karşılaştığı şeylerin kabule hazır bir halde bulunur. İyilik olsun kötülük olsun onun ruhuna akseder ve kalbinde yerleşir… şehir ahalisi her çeşit lezzetler, bolluk ve genişlik içinde yaşamaya alıştıkları, dünyanın ve kendi arzu ve heveslerinin düşkünü oldukları için şehirlilerin fena ve bozuk bir çok huy ve kötülükleriyle nefislerini lekelerler. Bundan dolayı iyilik yollarından o nispette uzaklaşırlar. Bunlar bu hususlarda o kadar ileri gittiler ki, onların hal ve durumlarında utangaçlık izleri görülmez, onlardan bir çoklarının toplantılarında ve konuşmalarında kötü sözler kullanarak söğüp saydıklarını görüyorsun, haya ve utangaçlıkları, bu gibi sözleri büyükleri ve mahremleri önünde söylemelerine engel olmaz. Göçebe ve köy hayatı yaşayanlar ise ancak vücutlarını koruyabilecek miktarda dünyaya düşkün olup, nefis arzularının sebep ve vasıtalarına ve dünya lezzetlerinden hiçbirine ve sebeplerine sahip değildirler. (MI, 311)
Bedevilerin kural ve sınırlamaları şehirdekilere göre daha sade ve az olması dolayısıyla şehirdekilere göre daha özgür bir ruha sahip oldukları söylenebilir. “Valilerin hüküm ve emirleri altında bulunarak zulüm ve zahmetlere katlanmaları, şehirlilerin kuvvet ve şecaatlerini giderir ve onları korkaklığa alıştırarak kendilerini korumak kuvvetinden mahrum eder… Hüküm ve cezaya çarptırmalar edeb öğretmek ve terbiye etmek ve terbiye etmek kabilinden olup, küçük yaşta iken bu terbiye verilir ise, bu terbiye az çok korkutur ve itaate alıştırır, fakat şecaat ve kuvvete tesir etmez. Bundan başka küçük yaşlarından beri öğretmen ve üstatların terbiyesinde ilim ve hüner, sanat ve din ilimleri öğrenen ve onların terbiyelerinde yetişen kimselerde dahi, bu terbiyenin onların şecaat ve atılganlıklarını çok eksiltmiş olduğu görülüyor. Din duygusu zayıflayarak insanlar şehir hayatı yaşamaya başladıklarında hâkim ve valiler şiddetli hüküm, ceza ve kaidelerle onları idare etmeye ve din, şeriat öğretim usulüyle değil, suni surette öğretmeye başlandıktan sonra insanların şecaat ve bahadırlıklarının kuvveti eksilmiştir. Göçebeler ise hükümetin hükümleri, öğretim ve eğitiminden uzak oldukları için o dereceye inmemişlerdir. (MI, 317- 318- 319)
Modern Zamanda Bedeviler
Çağımız için değişen toplumsal süreçlere bağlı olarak bedevilik- taşralılık varlığını sürdürmektedir. Dünyada modern zamanlar ile birlikte şehirleşme hızla artmıştır. Köylerden şehirlere büyük göçler yaşanmaya devam etmektedir. Sadece Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarında %75 olan nüfus oranı bugünlerde %20 civarına inmiştir. Bu büyük yer değiştirme sadece ülke içinde değil küresel düzeyde fakir ülkelerden zengin ülkelere her yıl binlerce insan yasal veya yasal olamayan yollarla göç etmektedir. Bu noktada bedeviliğin günümüz açısından konumu değişmeye devam etmektedir. Ülkelerin kendi iç gerçekliğindeki sosyo- ekonomik- siyasal yapılardan dolayı şehir dışında yaşayan nüfus dünya ölçeğinde halen büyük bir sayıdadır. Asya ve Afrika bu anlamda halen büyük nüfus barındırmaktadır. En büyük nüfusu barındıran Çin’in hızla artan nüfusu ve bunu özellikle şehir merkezli sanayi ortamında istihdama önem vermesi köy nüfusunu azaltmıştır. Diğer ülkelerde de aynı döngü devam etmektedir. İbn Haldun’un da değindiği insanın yaşamsal açıdan toprağa bağlı olarak tarım ve hayvancılığın modern çağdaki dönüşümüde bedevilik dediğimiz çevrenin değişimini zorunlu kılmıştır. Üretim biçimlerinin çeşitlenmesi ve gelişmesi ile sayısal olarak daha az insan istihdam edilmektedir. Bu durumda insanların şehirlere göç etmesini hızlandırmıştır. Bedevilik kültürü dediğimiz olguyu sadece köy adı verdiğimiz çevreye hasredemeyiz. Köy nüfusunun azalması ile bedeviliğin sone erdiğini iddia edemeyiz. Bu kültürü oluşturan kodlardan olan “asabiyet”lerin yerleşik sistem içinde daha geniş bir çevreye yayıldığını görmekteyiz.
Ülke içinde merkez şehirlerin dışındaki şehirleri de taşra- bedevi sayabiliriz.
Merkez şehirler yaşam, eğitim, sağlık, bürokrasi, refah düzeyi olarak gelişmiş iken birçok adı il veya ilçe olan yerler aynı düzeyden uzakta ve bu gelişmişlikten pay alamamaktadır. Bu yerler kendi içinde özel- özerk algılarla yönetim, kültür ve ekonomik ilişkilerini sürdürmektedir. Bedevilik olgusunun sirayet ettiği alanlardan biri de metropol şehirlerde özellikle kabile, hemşehri, köylü, mezhebi ilişkilerle yaşam ortamı oluşan mekanlardır. Modern zamanda bedevilik şehire taşınmıştır. Şehir kendi içinde farklı kodlara bağlı olarak bölünmüştür. Gecekondular, lüks semtler, orta sınıf mahalleri gibi bir çok olgu ile parçalanmıştır. Şehir denilen ahtapotun kollarında ezilmemek için kendi içlerinde bedevi asabiyetlere bağlı işbirliği alanları oluşturmuşlardır. Modern zaman şehirleşmenin artması ve köyün ortadan kalkması veya şehirlilere hayvansal ve bitkisel yiyecek ihtiyaçlarını karşılayacak kadar insanın köyde kalmasını istemekte diğerlerinde şehire gelerek onların diğer ihtiyaçlarını görmesini beklemektedir. Köylüler bu anlamda insani sınıflandırmada aşağı tabakadan görülürler. Şehir ideolojisi diyebileceğimiz bu katı, hegamonik yapının deşifre edilmesi ve bu baskının kaldırılması gerekir. Bedevilere hasredilen ibadet ve tapınma ritüellerinin farklı yüzü ile şehirlere taşındığını ve adapte edildiğini görmekteyiz.
Köyleşen dünyada ülkeler arasındaki uçurumlar artmaktadır. Bir ülkenin geliri çoğu kez kıta düzeyinde ülkelerin gelişmişliğine eş duruma gelmiştir. Ülkeler arası bedevi toplum- devlet algılarından söz edilme zamanıdır. Birçok ülke ve halk bedeviliğin düşünsel, sosyal ve kültürel kodlarını içinde taşımaktadır. Merkez ülkeler olduğu gibi kenar- çevre ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkeler arasındaki çatışma ve uyum süreci kaotik bir haldedir.
Bedeviliğin Arap yarımadasında tanımlanan süreçlerinin çağımızdaki karşılığı iyi görülmeli ve okunmalıdır. Bu olgunun Kur’an- ı Kerim’de bir insan- toplum grubu tanımı işin ehemmiyetini göstermektedir. Bedevilik kavramının bir karakter, ahlak, davranış, yöntem ve eylem olarak kendine has bir tutumları barındırmaktadır. Önümüzdeki yazıda Kur’an-ı Kerim’deki bedevilik olgusunu ele alacağız.
Kaynakça:
1- İbni Haldun, Mukaddime I, çev.: Zakir Kadirî Ugan (Ankara, MEB Yayınları)
2- Sosyal Bilimler Ansiklobedisi