Ali -Muaviye kavgasının Müslümanları ikiye bölmesinin ardından Hz Hüseyin’in ortadan kaldırılmasıyla Ümeyye oğullarını iktidarlarını pekiştirmişlerdi.
Muhalefet umudunu yitirmişti ancak dağılmadı ve yeni isimler etrafında mücadelesini sürdürdü. Onlar yöneticileri meşru görmüyorlardı ancak kendilerinin de bir iktidar programları yoktu. Ebu Hanife bu yüzden muhaliflerin eleştirilerini haklı buluyor ancak başarı şansı kuşkulu fiili hareketlerini ise desteklemiyordu. Ali tarzı siyaset ardıllarınca da benimsenmişti. Onlar başarının sorumluluğundansa kaybetmenin acılarını tercih ediyorlardı. Nitekim bu tarz Kufe’de birçok kez hüsrana uğramıştı fakat Muhtar Es Sakafi’nin farklı siyaseti aynı yerde başarıya ulaşmıştı.
Hicri 3. Asrın ortalarında muhalefet daha zor bir problemle karşılaştı. Başlarına geçirecekleri bir liderlerden mahrum olmakla yüz yüze kaldılar; zira 11. İmam Hasan Askeri kendisinden sonra yerine geçireceği bir evladı sahip değildi. Şia inancında imamet babadan oğla geçiyordu ve aile dar bir silsile çizgisinde düşünülmüştü. Amca ve amcazadelerin imamet hakları yoktu.
Ya liderlik(İmamet) problemi çözülecek yahut muhalif hareket kendini lağvetmek zorunda kalacaktı. Bir mucize gerçekleşti ve Hasan Askeri’nin karısı Nergis dünyaya bir oğlan çocuğu getirdi:
Ehl-i Beyt Mektebine Göre İmam Mehdinin Doğumu şöyle anlatılıyor:
Hâkime Hatun diyor ki: “…Bir gün onların yanına gittim. Gün batıncaya kadar İmam’ın yanında oturdum, akşam olunca, cariyeye seslenerek: “Benim elbiselerimi getir de ben gideyim” dedim.
İmam Hasan Askeri: “Halacığım! bu gece bizimle kal.” dedi. “Çünkü bu gece Şaban ayının yarısının gecesidir. Bu gecede Allah’ın katında değerli ve O’nun hücceti olan bir çocuk dünyaya gelecektir. Yeri öldükten sonra diriltecek olan odur.” “O çocuk kimden olacak?” diye sordum; “O, Nergis’ten olacak” diye cevap verdi.
“Ey benim efendim, dedim, ben Nergis’te gebelik belirtisi göremiyorum.”
O Tekrar, “Nergis’ten olacak, diğerinden değil” dedi.
Yatsı namazını bitirdikten sonra iftar ettim, sonra yerime çekildim, ama sürekli olarak Nergis’in durumunu gözetliyordum.
Gece yarısı olduğunda namaz için kalktım. Namazımı bitirip Nergis’e baktığımda uykuda olduğunu ve hiç kıpırdamadan yattığını gördüm.
Oturup namazdan sonraki zikir ve duaları okuduktan sonra birazcık uyumuşum; birden kaygıyla yerimden kalktım. Gördüm ki Nergis Hatun uyumuş. Biraz sonra o da kalktı ve gece namazı kıldı ve tekrar uyudu.
Fecrin doğup doğmadığına bakmak için dışarı çıktım. Gördüm ki birinci fecir doğmuş; ancak Nergis Hatun hâlâ uyuyordu. Bu durum kalbimde şüphe uyandırmaya başladı. Tam o sırada Hz. İmam Hasan Askeri bulunduğu yerden seslenerek: “Halacığım! Acele etme, çocuğun doğumu yaklaşmıştır.” dedi.
Ben oturup Elif Lâm Mîm, Secde ve Yasin surelerini okumaya başladım. O sırada Nergis Hatun’un birden dehşet içerisinde yerinden kalktığını gördüm; onun yanına koştum, onu kendime yasladım. “Allah’ın yardımıyla! Ne oldu, bir şey mi hissediyorsun?” dedim. “Evet, halacığım” dedi.
“Kendini toparlamaya çalış, bu, sana vaat edilen şeydir işte” dedim.
Bu halde ben ve Nergis Hatun uyuklama gibi bir hal geçirdik. Kendime gelir gelmez dünyaya gelen bebeği düşündüm. Nergis’in üzerindeki elbiseyi kaldırdım, secde halinde yere kapanmış olan yeni bebeği kucağıma aldığımda onun tertemiz olarak dünyaya geldiğini gördüm. Öylece onu babasına götürdüm.”
Mes’udi’nin nakline göre İmam Hasan Askeri çocuğu sol elinin üzerinde oturttu ve sağ eliyle de arkasından tutarak “Konuş” dedi. Bunun üzerine Hz. İmam-ı Zaman konuşmaya başladı ve: “Eşhedu en la İlahe illallah ve eşhedu enne Muhammed’en Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alihi ve sellem” dedi.
Sonra Hz. Emir-ul Mü’minin Ali aleyhi’s-selâm ve diğer İmamlara salâvat getirdi.
Bu rivayet birçok muteber senetle nakledilmiş ve Ehl-i Beyt mektebinin büyük âlimlerince doğruluğu tasdik edilmiştir. Hatta Ehl-i Sünnet’in de birçok tarih ve teracim hususunda eseri olan güvenilir âlimleri Hz. İmam Hasan Askeri’nin 15 Şaban ayında Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih ile aynı ismi taşıyan bir çocuğu olduğunu bildirmişlerdir.”
Yukarıdaki anlatımı esas alacak olursak Muhammed Mehdinin doğumunun (ve tabi daha sonrasında da gaybetinin) Hz. İsa’dan mülhem olduğuna kuşku yoktur. Nitekim Nergis hanımın soyunun Hz. İsa’nın havarilerinden birine dayandırılma çabası hikâyenin inandırıcılığını artırma amacına matuf gibi görünmektedir.
Hikâye, aklın almayacağı bir olayı inançlara dayandırarak makul gösterme çabasının tüm öğelerini barındmaktadır. Hikâyede abartılı bir dindarlık gösterisi yapılmış ve gereksiz ayrıntılara girilerek “Bu kadar ayrıntı ihdas edilmiş olamaz” duygusu uyandırılmak istenmiştir. Diğer yandan olay muhaliflere bile tasdik ettirilmiş ve böylece muhtemel itiraz yolları kapatılmıştır. Bu tür anlatılarda akla gelen sorular hikâyenin içindeki bir kahraman tarafından sorulur ve cevaplandırılır. Nitekim Hâkime hatunun tereddütleri Hasan Askerinin telkinleriyle yatıştırılmıştır.
Muhammed Mehdi 74 yıllık hayatında dört kişi dışında kimseye görünmemiş ve kıyametin kopmasından önce tekrar ortaya çıkmak üzere bir mağaraya girerek sırra kadem basmıştır.
Muhammed Mehdi hakkında diğer bir tuhaflık ise onun suretine ve hallerine dair binden fazla hadisin bulunmasıdır.
Sonuç itibariyle muhalif siyasi hareket bir çıkış yolu bulmuş ve dünyanın son saatine kadar ortaya çıkması muhtemel riskleri bertaraf etmeyi başarmıştır.