BÜYÜK ANLATIDAN, POSTMODERN SAVRULUŞA
Büyük anlatı (Grand narravites) ile totaliter modern zamanların büyük tarih felsefeleri ve toplumsal kuramları kastedilmektedir. Hegelcilikten, Marksizme liberalizmden İslamcılığa değin uzanan, dünyadaki olguları tek bir öze indirgeyerek, tek boyutlu algılamalar üzerinden toplumu ve dünyayı tanımlamaya verilen addır.
Büyük anlatı sahipleri homojen bir toplum yapısı oluşturmak adına gerçekliği belirli özlere indirgeyerek açıklar. Örneğin İslamcılığın özü Allah’tır ve ondan başka otorite yoktur. Marksizm ise üretim araçları, o araçları kullanan işçi sınıfına aittir ve öz olan emektir diyerek, büyük anlatının özünü belirlemiş olmaktadırlar.. Bu özcü anlatımın karşılık bulması için indirgemeciliğe başvurulmuştur. Yani karmaşık yapılar basit faktörlerle açıklanmaya çalışılmış sınıf, cinsiyet akıl, tin gibi kaba ayırımlarla tek boyutlu algılar oluşturulmuştur. Bundan ötürü ortaya evrensel doğrular ve yanlışlar çıkmıştır. Yani ya şirk toplumu vardır ve ya tağuti düzen ya işçi sınıfının iktidarı ya da burjuvazinin saltanatı söz konusudur. Bütün anlatı bu iki ana bloklar arasındaki çatışmanın etrafında döner. Bu yüzden de büyük anlatı sahipleri evrenselci ve aynı zamanda ilerlemecidir.
Bu özcü ve ilerlemeci anlatı sahipleri, toplumu kategorize ederek bilinç hiyerarşisi oluştururular ve böylelikle bilinçlilik düzeyi tavan yapmış öncü kadrolar hiyerarşik düzlemi oluşturarak, homojenleştirdikleri kitlelere karşı hegomonik üstünlük kurarlar. o yüzdendir ki bu toplumsal kuramlar ideologları ve kahramanları ile vardırlar ve kitleler bu ikonlaştırılmış ilahlar vasıtasıyla siyasallaştırılır.
Batı Avrupa felsefe tarihi özellikle 2.dünya savaşından sonra bu büyük anlatıyı yıkmanın yollarını aramıştır.
Büyük anlatılar lineer devrimcilikte denen tek hat ve doğru üzerinden ilerleyen bir süreci geride bıraktı. Artık birden fazla doğru var. Toplumların birbirine benzeyen yönleri ile ‘kardeşlik’ vurgusu yapma yerine farklılıkların kabulü yönünde bir sosyal yapı mevcut. Yerel unsurlar sınıfsal ya da dinsel değerlerin önüne geçebilmekte. En basitinden işçi sınıfına mensup olup aynı Allaha inanan Kürt işçisi ile Türk işçisi post modern dönemde yerel farklılıkların gün yüzüne çıkmasıyla iki ayrı blokta yer alabiliyorlar. Bir Kürt ya da Türk sermayesi de, yerel farklılıkları ön planda tutan hareketleriyle kendi işçi sınıfının kutsadığı bir mit haline dönüşebiliyor. ‘ya öyle ya böyle’’ döneminden ‘’hem öyle, hem böyle’’ dönemine doğru yol almış durumdayız. Bu keskin geçiş savrulmayı da beraberinde getiriyor.
Kapitalizm faşizmden liberal ekonomi-politiğe geçerken muhalif unsurların değerlerini de içinde barındıran sentezci bir metot izledi. 1929 ekonomik buhranı talep yetersizliğinden gerçekleşmişti. Büyük savaşlar olmuş, küçük küçük ulus devletler oluşmuş ve henüz kapitalizm çevre ülkeleri tüketime elverişli hale getirememişti. Bunun için faşizm ara bir formül oldu. Orta sınıfın kitleleri mobilize eden gücü faşizmi hâkim kıldı. Almanya İtalya merkezli faşist ülkeler Türkiye gibi çevre ülkelere de örneklik teşkil ediyordu. Faşizmin tek tipleştirici modeli Türkiye de karşılık buldu. Önce ezan Türkçeleşti sonra da 1938’de sendikal haklar yasaklandı. Toplumsal muhalafetin iki ana unsuru olan sınıfsal ve dinsel motivasyon, Türk burjuvazisi yaratma hayallerine teslim oldu. Ama bu süreçte özellikle batı Avrupa burjuvazisi, büyüyen orta sınıf karşısında, düşen kar marjını maksimize etmek için 2. Dünya savaşının hemen akabinde çevre ülkelerle irtibata geçerek demokratik açılımlarda bulundu. Bundan dolayıdır ki çok partili dönemde Türkiye’de ilk sendikal hakları savunan parti DP’dir. 1946 seçimleri öncesi parti programına konan bu haklar 1947’de de ezanın tekrar Arapça okunması kararıyla birlikte yürürlüğe girmiş, ve Adnan menderes 1958 1 Mayısını resmi olarak kutlayan bir başbakan olarak tarihteki yerini almıştır.
Kapitalizm orta sınıfın yükselen kar marjını dizginleyebilmek için faşizan niteliğini törpülemiş ve Türkiye gibi ülkelerde olduğu gibi küçük üreticiyle ve işçi sınıfıyla temasa geçmiştir. Örneğin 1960’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfı yunan işçi sınıfından 3 kat daha fazla ücret almıştır. Tabi 12 Eylülle birlikte bu oran tam tersine dönmüştür.
12 eylül ile işçi sınıfının hem hakları hem de ücretleri azalırken, muhafazakar küçük üretici sınıf hem sosyal hem de ekonomik avantajlar sağlamıştır. Bu süreçten sonra işçi sınıfı yalnızlığına gömülmüş, muhafazakar küçük üretici sınıf ise Özal’ın da sağladığı imkanlarla hızlıca yükselen bir grafik çizmiştir.
Muhafazakâr kesimin mihmandarlığını yapan AKP bütün sosyo-ekonomik-siyasal varlığını Menderes-Özal çizgisine borçludur, her ne kadar milli görüş içinden çıkmış olsa da… o yüzdendir ki başbakan, Menderes’in siyaset tarzına benzer bir hamleyle 1 mayısta taksimi emekçilere açmıştır.
POSTMODERN SAVRULUŞTAN BÜYÜK ANLATIYA…
Ana hatlarıyla dokunmaya çalıştığım bu tarihsel arka plan, geçmişte sosyo-politik olarak ayrılan kesimlerin, aynı egemenler tarafından bazen olumlu bazen olumsuz düzenlemelerle nasıl da sistem içi tutma çabalarına alet edildiklerini gösterebilmek adınadır.
Ve bu 1 Mayıs korteji’de kendini sistem içi kullanılmanın dışında tutup, mahallesindeki dikenli bahçesinden çıkarak dışarıda bırakılan geniş kitlelerle kucaklaşma hareketidir. Artık bizi tek başına ne başörtüsü özgürlüğü keser ne ayasofyanın açılması ne de ergenekonun üstüne gidilmesi. Ya Allah’ın mülkünü belirli ellerde toplamayıp eşit bir şekilde yaşarız ki şirk eşitsizlikten doğar, ya da biz dışladığınız tinerci çocuklarla, anasına sövdüğünüz çiftçilerle, ölümlerini gözünüzü kırpmadan karşıladığınız işçilerle, savaş uçaklarını üstüne boca ettiğiniz Uludereli köylülerle bir araya gelip, tekrar karşınıza çıkarız.
Üstat Ali Şeriatı’nın devrimciliğe getirdiği çok güzel bir yaklaşım var… devrimci bir insan mevcut kapitalist nizamın yıkımı için uğraşır ve karşısında koskoca küresel sömürgeciler vardır. Müslüman devrimci bir insan ise hem küresel sömürgecilerle hem de kendi mahallesindeki kültür dininin mensuplarıyla çelişir ve onların asırlık tabularını da yıkması gerekir. O yüzden Müslüman bir devrimcinin yalnızlaşmadan örgütlenebilmesi büyük bir maharettir.
1 Mayıs’ta anti-kapitalist Müslüman gençlerin böyle bir başarısı var. Kendi sosyo-politik gerçekliğinde rijite edici bir eyleme imza atmalarına karşın, hem İslami kesimden hem de sol kesimden olumlu tepkiler alıyorlar. Elbette bunda mevcut konjonktürün muhalefetsiz konumunun da etkisiz var ama bir yandan da romantikçe biz de 1 Mayısa çıkalım nolucak çocukluğunun aksine, yıllarca üzerinde düşünülen kuran metinlerinin ve yaşam tarzının olmazsa olmaz sonucu olarak duruyor.
Eşitlik merkezli İslami söylem yıllarca damıtarak elde ettiği birikimini 1 mayısta kamuoyuna sunuyor. Bu söylemin birikimi esaslı olarak kuran metinlerini adeta kelime kelime inceleyerek vahyin zihinsel ve kalben içselleştirilmesi. İllegal mültecilerden, evsizlere, sokak çocuklarından işsizlere kadar , toplumun en dışında kalanlarla birlikte paylaşılan hayatın, 1 mayısla birlikte Saff suresinde geçen anlamıyla ‘’kurşun dökülmüş bir bina gibi kenetlenerek’’ açığa çıkacak olmasıdır.
Son olarak içe dönük bir şey söylemek isterim ki, özellikle böylesi kitle hareketlerinde açığa çıkan kişisel ayrılık ve tartışmaların harekete vereceği zarar çok büyük olacaktır. ‘Allah’ın ipine sımsıkı sarılamayan Müslümanların ya da işçi sınıfı etrafında kümelenemeyen Marksistlerin ayrık duruşları genelde teoride değil de eylem de belirlenir. Yani metodoloji yüzünden insanlar değişik fraksiyonlara ayrılır. Metotta, genelde her insanın toplum içinde oluşan yapısına, kimliğine uygunluk üzerinden değerlendirilir. Kendi sosyal konumumuz böylesi kitle hareketine katılmanın önünde engel olabilir. Bu metotsal zorunluluk bizi teorik ayrılığa düşürmemesi gerekir. Maharet farklı metotların aynı söylem çizgisinde durabilme kabiliyetidir. Hele ki bunu post modern zamanlarda gerçekleştirebilmek çok daha zordur. Buna rağmen birlik olmaktan çekinmemeliyiz. Ne kadar iç içe geçersek post modern savruluştan o kadar çok kurtuluruz:
Allah ve peygamberine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa cesaretiniz kırılır yılgınlığa düşersiniz. Birbirinize katlanın: Çünkü ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR ( Enfal 46)