Yıllar evvel henüz klasik bir anarşist olarak İslam’dan İslamcılardan otoriter, despot, baskıcı olarak kaygı duyulan zamanlarda, bir gün Bilarda –ki o zamanlar yani seksenli yılların sonlarına doğru Bilar entelektüel enerjinin biriktiği bir mekândı. Orada bir müslümanla tanıştım. Ben ekoloji ve anarşizm bağlantısı anlamında bir konuda konuşuyordum, o da dinleyenler arasındaydı ve bana birkaç soru sormuştu. İlgi çekici sorulardı. Sonra seminer çıkışı yanıma yaklaştı bir hayli sıcak ve meraklı bir hali vardı, ben sivil olacağı duygusu ile ürkmüştüm. Sonra sohbet ettikçe samimi bir radikal Müslüman yani bir İslamcı olduğunu anladım. Ve sohbet ettikçe bildiklerimi sarsan şeyler konuşarak zihnimi gıcıkladı. İlerleyen zamanlarda derinleştik. Ve bir gün Anarşistler ve Müslümanlar olarak buluşmaya karar verdik. Bir araya gelip konuştukça aslında Müslümanlar ile Anarşistler arasında çok büyük mesafeler olmadığını anladık ve tekrar tekrar sohbet etmeye karar verdik. Ancak gerçekleşmedi.
Sonra aradan epeyi zaman geçti. O başka diyarlarda bir hayat kurdu, dostluk halkasını bana miras bıraktı ki her bir ayrı bir keyifti. Ben okudukça İslam’la Anarşi arasında daha da yakınlıklar inşa etmeye başladım ki özellikle Ali Şeriati’nin Şura kapsamında yazdıkları bana tam bir doğrudan demokrasi çağrışımı yaptı. O günden beri en büyük rüyam Müslümanlar ile Anarşistler arasında verimli bir diyalog olması, bu iki kesimin birbirlerine katkı sunmaları oldu.
Bugün bu rüyama yaklaştığım hissine kapıldım. Gerek İhsan Eliaçık‘la yaptığımız sohbetlerde, gerek Muhammed Denek‘in yazılarında, gerekse yurt dışında Anarşist Müslüman adıyla ortaya çıkanlarda bu rüyanın Müslümanlar arasında karşılığı olduğunu görüyorum. Dileğim Anarşistler arasında da İslam konusunda yerleşik önyargıların kırılarak Anarşistler içinde de bu meselelere, diyaloga kafa yoranların çoğalması.
Bütün bunları bana yazdırtan ise bir gelişme oldu. Geçen yıl Tokat’ta TOKAD tarafından ilk kez Müslümanların örgütlü olarak 1 Mayısta yer alması ve bu alanın sadece sosyalistlere ait olmadığını hatırlatan eylemliliği bu yıl İstanbul’da kendilerine Anti-Kapitalist Müslüman gençler diyen genç insanlarca benzerinin yapılıyor olması.
Yıllarca sosyal adalet, ezilen, sömürülen, horlanan yani en altta yer alanların hakları sosyalistlerce savunuldu. Sosyalistler batı toplumlarında kapitalizm karşısında sosyal vicdanı temsil ettikleri için bu anlaşılabilir bir şeydi. Müslümanlar ise bu konuda suskun kaldılar. Soğuk savaş yıllarında ABD kaynaklı dolduruşlar ile Müslümanlar sol düşünceyi mücadele edilmesi gereken bir zararlı olarak gördüler. Solcular da Müslümanları gerici, feodal kalıntı olarak görüp düşman bellediler. Böylece bu iki yarım küre birbirine diş biledi, birbirine yabancılaştı. Oysaki ortak düşman devlet her ikisini de eziyordu. Her ikisine de eza cefa ediyordu.
Bugün bu duvarlar yıkılıyor, Müslümanlar içinden bir takım insanlar- 28 Şubat öncesinde olduğu gibi- kendilerinin sağın arka bahçesi olmaktan çıkarıyorlar ve ezilenler, sömürülenler, toplumda yok sayılan en alttakiler için “bizim de söyleyecek sözümüz var” diyorlar.
Anarşist Emekçiler Günü
1 Mayıs her ne kadar Sosyalistler tarafından kendilerinin tekeline aldıklarını düşündükleri, emek ve emekçi konusunda onların borsunun öttüğü bir gün olarak görülse de gerçeği böyle değil. 1Mayıs dünyanın her yerinde herkesin katılımı ile kutlanıyor. İlk 1 Mayıs’ın da bu topraklarda Müslüman Komünistlerin adı olan İştirakiyûn tarafından kutlandığını sosyalistlerin hatırlaması gerekir. Bu anlamda 1 Mayısta Müslümanların olması bir yenilik değil, unutulmuş bir geleneğin yeniden hatırlanmasıdır aslında. Sol Mustafa Kemalin çabaları ile Kemalist bir virüsle değişime uğrasa da ezilene inancı ve kimliğinin sorulmayacağını bilmelidir. 1 Mayısta Müslümanlarda oluyorsa bundan huzursuzluk değil sevinç duymalıdır çünkü kimse kimseden bir şey kaçırıp, bir şeyleri kendine mal etmiyor. Sadece Müslümanlar sömürü, emek bizim de meselemi ve bundan dolayı bu güne kayıtsız kalamayız diyorlar o kadar.
Bu arada 1 Mayıs’da Marksist sosyalistlere ait değildir, aslında 1 Mayıs şehitleri anarşistlerdi. Her şey yüzyıldan fazla bir süre önce, Amerikan Emek Federasyonu’nun “sekiz saat 1886 Mayıs’ının 1’i itibariyle yasal günlük çalışma süresi olmalıdır” ifadelerini taşıyan tarihsel önergeyi kabul etmesi ile başlamıştı.
Bu günün öncesindeki aylarda, binlerce işçi daha kısa çalışma günü için mücadeleye katılmıştı. Kalifiye ve kalifiye olmayan, siyah ve beyaz, erkek ve kadın, yerli ve göçmen, tüm işçiler katılmışlardı. Sadece Chicago’da 400.000 işçi greve çıkmıştı. Şehrin gazetesi “fabrika ve imalathanelerin uzun bacalarından hiç bir duman yükselmiyordu ve her şey Sebt Günü Musevilerin çalışmadıkları cumartesi günü benzeri bir görünümdeydi”. Burası ajitasyonun ana merkeziydi ve işte tam burada anarşistler işçi hareketinin ön saflarında yer alıyorlardı. Hiç de azımsanmayacak bir şekilde, anarşistlerin faaliyetleri sayesinde Chicago önemli bir sendika merkezi haline geldi ve yine sekiz-saat hareketine en büyük katkıyı sağladı.
1 Mayıs 1886’da sekiz saatlik grev şehri derinden sarstı, McCornick Harvester Co.’nun çalışanlarının yarısı [greve] katıldı. İki gün sonra, yine greve katılan “kereste işçileri” sendikasının 6.000 üyesi kitlesel bir miting düzenlediler. McCormick fabrikasından sadece bir blok ötede düzenlenen mitinge oradaki grevcilerden 500 kadarı da katıldı.
İşçiler Merkez İşçi Sendikası [ing. Central Labour Union] tarafından toplantıda konuşma yapması talep edilen anarşist August Spies’ın konuşmasını dinlediler. Spies işçileri bir arada durmaya ve patronlara karşı teslim olmamaya çağıran konuşmasını yaparken, grev kırıcılar yakındaki McCormick fabrikasına yönelmişlerdi.
“Kereste işçileri”nce desteklenen grevciler sokaktan aşağı doğru ilerlediler ve greve katılmayan işçileri tekrar fabrikanın içine girmeye zorladılar. Birdenbire 200 kişilik bir polis gücü olay yerine geldi ve hiç bir uyarıda bulunmadan sopa ve tabancalarla kalabalığa saldırdılar. En azından bir grevciyi öldürdüler; beş, altısı ciddi olmak üzere çok sayıda kişiyi yaraladılar. Tanık olduğu vahşi saldırının kızgınlığıyla Spies Arbeiter-Zeitung (Alman göçmen işçilerinin günlük anarşist gazetesi) bürosuna gitti ve işçileri ertesi gece düzenlenecek olan protesto mitingine katılmaya çağıran bir genelgeyi yayınladı. Protesto Mitingi Haymarket Alanı’nda gerçekleşti ve Spies ile beraber sendika hareketinde etkin olan iki diğer anarşist, Albert Parson ve Samuel Fielden katılanlara hitap etti.
Konuşma boyunca kalabalık oldukça düzenliydi. Mitingin başından beri orda bulunan Vali Carter Harrison “polis müdahalesini gerektirecek bir şey olacağa benzemiyor” sonucuna varmıştı. Polis Şefi John Bonfield’e de bu yönde tavsiyelerde bulundu ve karakolda beklemekte olan büyük sayıdaki yedek polis gücünün evlerine gönderilmesini salık verdi. Fielden toplantıyı sona erdirirken saat akşamın onuna yaklaşıyordu. Sağanak halinde yağmur yağıyordu ve yalnızca 200 civarında insan alanda kalmıştı. Ansızın Bonfield komutasındaki 180 kişilik bir polis birliği [toplantıya] müdahale ederek, insanlara hemen dağılmalarını emrettiler. Fielden “biz barışçılız” diyerek [bunu] protesto etti.
İşte tam bu sırada polislerin arasına bir bomba fırlatıldı. [Bomba polislerden] birisini öldürürken, altı tanesi ölümcül olmak üzere diğer 70 tanesini de yaraladı. Polis izleyicilere ateş açtı. Polis tarafından öldürülen ve yaralananların kesin rakamı hiç bir zaman açıklanmadı. Tüm Chicago’yu bir terör rüzgârı kavurdu. Basın ve vaizler bombanın anarşist ve sosyalistlerin işi olduğunda ısrar ederek, intikam çağrıları yapıyorlardı. Toplantı salonları, sendika büroları, yayınevleri ve evler basıldı. Tüm bilinen sosyalist ve anarşistler toplandı. Hatta sosyalizm ve anarşizmin anlamı hakkında bilgisi dahi olmayan pek çok kişi tutuklandı ve işkenceye uğradı. “Önce baskını yap, yasayı ondan sonra ara” Devlet Savcısı Julius Grinnell’ın kamuya yaptığı bir açıklamaydı. Nihayetinde sekiz erkek “cinayete suç ortaklığı” [suçundan] yargılandılar. Bunlar emekçi hareketi içinde etkili olan Spies, Fielden, Parsons ve diğer beş anarşistti –Adolph Fisher, George Engel, Michael Schawab, Louis Lingg ve Oscar Neebe.
Aslında bu kişilerin asılacakları çok önceden belirlenmişti. Karara yasal bir kılıf geçirmek için düzmece bir jüri ve savunmanın savunma olanakları olabildiğince kısıtlanarak düzmece.
Yargılanan bu sekiz kişinin aslında anarşist inançları ve sendika faaliyetleri nedeniyle yargılandıkları başından beri belli olmuştu. Savcı Grinnell’in jüriye hitaben yaptığı kapanış konuşmasında geçen şu sözlerin tanıklığında duruşma başladığı gibi sona erdi; “Kanun yargılanıyor. Anarşi yargılanıyor. Bu adamlar seçildiler ve Büyük Jüri tarafından ayrıldılar ve önder oldukları için suçlandılar. Kendilerini takip eden binlercesinden daha fazla suçlu değiller. Jürinin iyi insanları; bu adamları mahkûm edin, onları örnek yapın, asın onları ve kurumlarımızı, toplumumuzu kurtarın”.
Ağustos’un 19’unda sanıklardan yedisi ölüm ve Neebe ise 15 yıl mahkûmiyet cezasına çarptırıldı. Serbest bırakılmaları için düzenlenen kitlesel uluslararası kampanyalardan sonra, devlet “uzlaşarak”, Schwab ve Fielden’in cezalarını ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Lingg cellâdına ihanet ederek idamlardan bir gün önce intihar etti. 1887 yılı 21 Kasım’ında Parsons, Engel, Spies ve Fischer asıldılar.
Cenaze törenine 600.000 emekçi katıldı. Neebe, Schwab ve Fielden’i serbest bırakmak için başlatılan kampanyaya devam edildi. [Bu üç anarşist] 26 Haziran 1893’de Vali Altgeld tarafından serbest bırakıldılar. [Vali] bu insanların yeterince acı çektiklerine inandığından değil, yargılandıkları davada suçsuz olduklarını düşündüğü için onlara af imkânı tanıdığını açıkça belirtti. Onlar ve asılanlar”histeri, ayarlanmış jürilerin ve taraflı bir jürinin” kurbanlarıydılar.
Yetkililer yargılamaların olduğu dönemde bu tip baskıların sekiz-saat hareketini gerileteceğine inanıyorlardı. Gerçekte ise, sonradan ortaya çıkan kanıtlar, çelik patronlarının işçi hareketine olan itimatı sarsmak amacıyla düzenledikleri gizli bir teşebbüsün parçası olarak, bombanın Kaptan Bonfield için çalışan bir polis ajanı tarafından atılmış olabileceğini gösteriyor.
Spies ölüm cezasını takiben mahkemeye hitap ederken, bu gizli teşebbüsün başarılı olamayacağından oldukça emindi: “Eğer bizi asarak… tahakküm altındaki milyonların, sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu arzulayan, [kurtuluşu] bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız -eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurda, burda veya orada, arkanızda -ve önünüzde ve her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz”.[1]
Evet, bu gizli ateş hiç sönmedi. Hele bu topraklarda hiç sönmedi. Devlerin ceberutluğu 1 Mayısın liberallerimizin temenni ettiği gibi sıradan alelade bir gün olmasını engelledi. Bayram ya da şenlik değil isyan ve başkaldırı günü olması imkânını diri tuttu. Şu bir gerçek ki bu toprakların Anarşistleri de devrimci sosyalistler oldu. Fikrilerimiz çok fazla noktada ayrışsa da haklarını teslim etmek icab eden bir şeydir bu. Devlet için hala sıkıntı kaynağı olan da bu devrimci sosyalistlerden gelen ateştir.
Şu bir gerçek ki Müslümanlar Tek Parti dönemi hariç devrimci sosyalistler gibi ağır bedeller ödemediler, üzerlerinden sürekli dozerler geçmedi. Enin de sonunda iktidar da oldular. Ama devrimci sosyalistler4 hala şarbon mikrobu gibi alarm zillerinin çalmasına yetiyor.
Anti Kapitalist İsyan Ateşi
Ama her şeyin bir başlangıcı vardır. İlk kez iki yıldır Müslümanlar sahaya iniyorlar ve biz de varız, biz de anti- kapitalistiz, biz de sömürü düzenine karşıyız. Bu düzen bizi de eziyor ve bundan dolayı tüm mustazaflar bizim de sorunumuz diyerek devletin arpalığında sağcılaşmış Müslüman kitleden farklılaşarak düzene itiraz ediyorlar.
Doğrusu da bu bence de. Çünkü sömürü, kirlenen dünya, savaşlar kısacası zulmün her türü Adil peygamberin varisi olarak Müslümanların da sorunu. Kapitalizm bir Firavun Medeniyet olarak yeryüzünde bozgunculuk yapıyor, fitne çıkarıyor, Allah’ın sünnetullahını ifsat etmeye çabalıyor. Dahası tıpkı Firavun gibi Tağut gibi Rablık taslıyor. Başka yazılarda bu konuya derinlemesine gireceğim ama şunu diyebilirim. Şirketokrasi dediğimiz düzen yeryüzünde bu güne dek hiçbir iktidara nasip olmayacak dek yaşamın ve ölümün efendisi olmak için tekniğin tüm imkânlarını seferber ediyor ki bu Rab’lik taslamaktır. Bu manada Müslüman bilgi teorisi ekseninde devlet, otorite, tahakküm ve sömürü ve hatta bunların kökü olan Kapitalizm üzerine Marks’dan çok çok daha derinlikli analizlere elverişli olduğu gibi bu mesele en başta Müslümanların meselesidir. Tevhidin şiarını daha yükseltirken modern şirk düzeninin, kapitalist cahiliyenin karşısına Peygamberi bir anlayışla dikilmek bana göre Müslümanların boyun borcudur.
Duydum ki Anti-Kapitalist Müslüman Gençler 1 Mayısta bu güne iştirak etmekle kalmayıp bir de bu düzenin gadrine uğramış ve şehid konumundaki işçiler emekçiler için gıyabi cenaze namazı kılacaklarmış. Bence buna bu düzenin yani şirketokratik Firavunluğun da cenaze namazı kılınmalı.
Bu 1 Mayıs küresel oligarşinin yüzüne yüzüne Müslümanların yükselttiği meşalesini tutuşturduğu bir mücadele ve asilerin, diptekilerin, sömürülüp horlanananların birlik günü olur.
Diyeceğim şu bir rüyam vardı ve şimdi bu gerçeğe dönüşüyor, bu yüzden de yüreğim kış ortasında açan bir menekşe sevincinde. Gençler, sizler Mehmet Akif’in Asımın Nesli diye ifade ettiği bir nesil olarak çıkıyorsunuz. Rabbim adımınızı berk eder inşallah.