Türkiye’de barış için şiddetsiz ve iteatsizlik temelli güçlü bir toplumsal hareket tarihi hiç olmadı.
Bu nedenle barış için yürütülen çabalar ya hep cılız kaldı ya da silahlı yürütüldüğü için militarizmi yeniden üretti.
90’lı yıllar barış için şiddetsiz itaatsizlik eylemleri için önemli bir fırsattı. Bunun için dernekler kuruldu, inisiyatifler oluşturuldu. Bu kapsamda vicdani red eylemleri organize edildi. Ancak bu aktivite marjinal kaldı ve gelişmedi.
Bu marjinallik henüz aşılmış değil.
Sivil alanın inisiyatif alıp itaatsizlik eylemleri geliştirme kültürü zayıf.
Türkiye’de 31 yıldır iç çatışma var.
Ve tabutlar hep yoksul mahallelere geliyor. Ne isyan etme güçleri vardı ne de öyle bir bilinçleri… Her cenaze sonrası o yoksul mahallelerin yoksul evlerinden “Oğlum vatanı için şehit düştü, gerekirse bir oğlumu daha askere gönderirim” sesleri yükselirdi.
Kent bizim, sokak bizim, ev bizim, iş ve ekmek bizim… Ve o kentlerden, sokaklardan ve evlerden savaş çıkartanların arzuları gerçekleşti. O evlerden, sokaklardan ve kentlerden barışın sesini yükselmek durumundayız. Eğer böyle olmazsa daha çok öleceğiz!
Türkiye’de Kemalist ve İslamcı kesimler dışında sivil toplumun ve seçimlerin önemini idrak eden yok. 90’lı yıllarla birlikte Kürt hareketi bu alanın öneminin farkında olarak bir dizi açılım yaptı. Nitekim bu sayede legal partiler ve geniş bir sivil toplum ağı oluştu. Bu açılım HDP çatısı altında 7 Haziran 2015’teki milletvekili genel seçimlerinde meyvesini verdi.
Toplum artık itirazın ve mücadelenin meyvesini yiyebiliyor ve Saray’ın savaşına karşı ilk kez gür sesler çıkarıyor:
“Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ‘Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok. Git o zaman oraya git”
“Bu kan dursun. Bu askerler günah değil mi? Kürt’ü de Türk’ü de aynıdır. Tayip Erdoğan, sen kimsin oraya geldin?”
“Sayın bakan şayet 400 vekil alsaydınız bu insanlar ölecek miydi? Daha ne kadar insan ölecek?”
“Tayyip’e söyleyin Bilal’i askere göndersin. Allah onun evini yaksın. Garibanların çocuklarını ölüme gönderiyorlar. Oğlumuz sahipsiz olduğu için öldürüldü. Artık yeter. Allah rızası için bu kan dursun. Artık barış gelsin. Milletin evini yaktınız. Yeter bu kadar kan döktünüz!”
Bu ses 20 Temmuz 2015’ten bu yana hayatını kaybeden asker ve polis ailelerine ait. Artık eskisi gibi muktedirin savaşına toplum tapmıyor. Ve savaş kararı sorgulanıyor, itiraz ediliyor. Şimdi bu itirazı güçlendirme şansımız var!
Savaş muktedirleri militarizasyon üzerinden toplum ile barış savunucuları arasında kalın duvarlar ördüler.
1 Kasım 2015 milletvekili erken genel seçimlerinde bu kalın duvarları kaldırma şansımız var.
Nitekim 1 Kasım seçimleri savaş politikalarını büyütenler ile barış politikası geliştirenler arasında geçecek!
Seçim çalışmasını Saray’ın savaşına karşı büyük bir barış kampanyasına dönüşebilir. Barış talebi HDP’nin seçim bildirgesinde geniş yer bulabilir.
Hükümetin savaş politikalarına karşı HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Size savaş yaptırmayacağız” diyerek seçimlerde güçlü bir barış kampanyasının sinyalini verdi.
Çocuğunu askere göndermek istemeyenlerin sayısı artıyor.
HDP’nin seçim bildirgede zorunlu askerlik müessesini kaldırma taahhüdü gerekçeleriyle birlikte geniş olarak yer alırsa savaş blokuna karşı barış bloku güçlenir. Zorunlu askerlik uygulaması yoksul çocukları savaş sahasına sürüyor. Buna son vermek için zorunlu askerlik uygulamasına son vermek lazım. Zorunlu askerlik uygulaması yerine ordunun profesyonelleştirilmesi ve “vicdani ret” hakkının yasal güvenceye kavuşturulmasına ihtiyaç var. Bunlar kalın çizgilerle vurgulanmalıdır.
Eğer bu olursa HDP barış bloku olarak 1 Kasım seçimlerinde yüzde 20’lerin üzerine çıkar ve Türkiye’nin kalıcı barış şansı artar.
1 Kasım 2015 tarihi şiddetsiz ve itaatsizlik temelli güçlü bir toplumsal hareket için bir dönüm noktası olabilir.